31 Mayıs 2017 Çarşamba

En Uzun Arkadaşa



Hiç, bir erkek yanınızda gözyaşlarını tutmaya çalışmak zorunda hissetmeden, içinden geldiği gibi ağladı mı ve siz sırf o karşınızda çaresizce ağlıyor diye onunla ağladınız mı? O an hem yürek burkucudur hem de gurur vericidir. Bir insanın sizin yanınızda çekinmeden ağlaya bilmesinin verdiği gurur duygusu hüznünüze karışır, boyunuza sarılır…


Geçenlerde uzun süredir konuşmadığım bir arkadaşımla konuştum. En son ne zaman konuştuk, görüştük hatırlamıyordum bile. Yine de bir mesaj sanki araya o kadar zaman sokmamışız gibi konuşmaya başlamamıza neden oldu. Onun anlatmaya ihtiyacı vardı, benim de onu dinlemeye. Benim gülmeye ihtiyacım vardı, onun da güldürmeye.

Gerçek dostluk zaman aşımına uğramaz çünkü, onunla öğrendim. On yılda geçse bir mesajla kaldığımız yerden aynı samimiyetle devam edebiliriz, o kilometrelerce ötedeyken fark ettim.

“Gerçek dost olduğunu nereden biliyorsun, ya sadece ihtiyacı olduğu için sana gelmiş olmasın?” diye sormayın. Biliyorum işte. Birinin zor zamanında size ihtiyaç duyması kötü bir şey mi? Ben de üzüldüğümü hissettiğimde onu yanımda arıyorum. Yanımda olsa tuhaf hareketlerle güldürse beni, alnıma parmağıyla vurup bir şeyler söylese diyorum, diyorum ama olamıyor, özlüyorum.

Şu an arasa beni, koş midyeci abiden iki yaratık gömelim dese koşa koşa giderim, biliyorum. Ben arasam, insanları sollayarak kocaman adımlarıyla bir anda yanımda belirir, biliyorum.

Çok az kişiye gerçekten güvenirsiniz bu hayatta. Biz birbirimize güvendik. Aynı çataldan patatesli börek yedik, aynı şişeden su içtik, aynı şeye ağlayıp aynı şeye güldük. Hearthstone bağımlısı olmama sebep oldu, internet cafede zombi öldürttü. Her sene artarak çoğalan muhabbetle dört sene geçirdik birlikte. Şimdi, ayrı geçirdiğimiz bu beşinci senede, hayallerini tutmaya çalışmak için gittiği Trabzon’da, odasında oturup bunu okuyacak, biliyorum. LOL’ ü en kısa sürede indireceğim, söz veriyorum.

Bunları neden yazıyor bu kız diye sordunuz gibi oldu sanki. Sormadıysanız bile yine de söyleyeyim: benim için ne kadar önemli olduğunu bildiği burada “Beni de yaz!” dedi. Ben de biraz geçte olsa, bu kısa yazıyla onu anlatmaya çalıştım size. Çünkü o anlatılmaya en layık insanlardan biri.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Karşılıksız Bakış


Yaşlar dökülüyor saçlarımdan
Soğuk tenime vuruyor
Gözlerin parıldıyor
Yalnızlığımızın tam ortasında
Öyle bakıyorum ki sana
Alıp uzaklara kaçmak
Seni sadece kendime saklamak istermişim gibi
Sen,
Öyle bakıyorsun ki bana
Bütün duygulardan arınmış
Soğuk,
Bir ölü misali…

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Yokluğunda



  içimdeki umutlar sıcak, boğazım yanıyor. 
    gözüm dışarıda
      ellerimde bir titreme
        havanın soğukluğu işlemiş tenime
  boğazım yanıyor
    tüm vücudumla özlüyorum
      geride bıraktıkların
        kayboluyor birer birer
  boğazım yanıyor
    tutunmaktan yorulmuş gözyaşlarım
      atıyor kendini gözlerimden dışarı
        umut boş


  yokluğun yakıyor boğazımı…

25 Mayıs 2017 Perşembe

Senin Seçtiğin Gözyaşı



Hiç bırakıp gitmek istedin mi? Şimdiye kadar biriktirdiğiniz her şeyi; insanları, acıları, hayal kırıklıklarını… Mutlu mutsuz ne varsa hepsini koyup çuvala ağzını da sıkıca bağlayıp atıp kocaman boş bir arazinin ortasına koşarak uzaklaşmak istedin mi? Seni hiç tanımayan kişilerin içinde yeni bir hayat kurmayı düşledin mi?

Zor ama işte... Korkuyorsun, cesaret edemiyorsun. Gittiğin yerde daha kötüsüyle karşılaşma ihtimalini düşünüp vazgeçiyorsun. Ne olursa olsun bırakamayacağım insanlar var diyorsun, bilmediğim bir yerde nasıl yaşam süreceğim diyorsun, aynı şeyleri baştan yaşarsam bu sefer dayanamam diyorsun, diyorsun da diyorsun işte kardeşim. Kısaca alışkanlıklar bırakmıyor paçanı, sen de konumunu bırakıp gidemiyorsun. Alışmak öldürüyor, fark etmiyorsun. Diyorsun ki senden başka kimse mi üzülmedi bu hayatta? Kimse gözyaşı dökmedi mi? Sonra da mutlu olduğun, eğlendiğin, güldüğün anları düşünüyorsun. Bunları hiç biri, içinde koca bir öküz gibi dolaşıp duran gitme isteğini bastıramıyor ama. Kandırıyorsun kendini o kadar, hem de defalarca. Neden mi? Dedim ya korkuyorsun çünkü çok korkuyorsun. Kafanda milyonlarca kötü senaryo dolaşıyor. Ama hep kötü dolaşıyor işte. Bilmiyorsun ki bir kere kalkıp gitsen, şöyle yanına en sevdiğin üç beş mısrayı alsan, birkaç tane kitap atsan valizine, yürümekten ayağını acıtmayacak bir tane ayakkabı, bir de bol bol su alsan yanına güzel olacak hayat, çok güzel olacak.

Evet, zor demiştim. Hiçbir yenilik kolay olmaz ki zaten. Ama bir kere kalkıp yola çıksan, gittiğin yeri beğenmezsen, bu sefer kalkıp başka yere gitmen çok daha kolay olacak. Daha önce yapmış olacaksın aynısını değil mi? Nasıl yapılacağını bileceksin bir kere. Mutsuz olursan gittiğin yerde, en azından senin seçtiğin şehirde mutsuz olacaksın ve gülersen ağız dolusu, bu tamamen senin başarın olacak. 

Bir valize, üç beş de mısraya bakar tüm bunlar. Hee, bir de biraz cesarete… 

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Sonsuza Giden Yol



22.05.2017 (Fidan adına)

Merhaba diyemiyorum artık sana,
her merhaba bir hoşçakal getirecek
biliyorum.
Acıyor dilim, konuşamıyorum,
bakamıyorum gözlerine,
tutamıyorum ellerini.
Güller döküyorum yollarına,
geçmiyorsun.

Seni ne kadar sevdiğimi 
anlatamıyorum artık.
Uzaktan, çok uzaktan seviyorum
uzun zamandır varlığını,
hiç kavuşamayacağımızı bile bile...

Zorda olsa elveda sevgili.
Sensiz yaşamayı da öğrenirim
sensiz seni sevmeyi de 
sensiz seninle olmayı da öğrenirim.
Merhaba ve hoşçakal...

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Ölümü yaşamak



12.05.2017


Siz hiç yalnızlıkla boğuldunuz mu?
Acıyı, ağrıyı, kederi
Ciğerinizle hissettiniz mi?
Tam güneşe dokundum
Derken
Soğuktan parmaklarınız uyuştu mu?
Siz hiç uyurken ıslanmış bir yastıkla
Uyandınız mı?
Haykırmak isterken yüreğinizden
Geçenleri
Sessizlik suyundan kana kana
İçtiniz mi?
Siz hiç susmaktan yoruldunuz mu?
Göz kapaklarınız açık kalmaktan
Sızlarken
Kabustan kaçmak için
Uyanık kalmaya devam ettiniz mi?
Kaçmak için korkularından
Bacaklarınız uyuşana kadar
Yürüdünüz mü?
Siz hiç beni hissetiniz mi?
Siz hiç benim acımı, sesimi, uykumu
Yorgunluğumu, durgunluğumu
Gördünüz mü?
Siz hiç benim yalnızlığımda
Boğuldunuz mu?
Siz hiç benim ölümümü görüp
Seyirci kaldınız mı?

18 Mayıs 2017 Perşembe

Romanı Çok Satmış Yazar


Yeniden burada yazdıklarımı paylaşmaya karar verdiğimde her gün bir şeyler koymayı planlıyordum. Daha önce söylemiş miydim ben ve benim müthiş planlarım diye? Yazıya başlayınca sanki binlerce okuyanım varmış gibi hissettim. Yok, ama olsun. Öyle bir şeyi amaçlamadım da zaten. Sadece tıpkı bu yazıda olduğu gibi içimden gelenleri yazmak tüm amaç ve tekrar tekrar ne kadar tembel, uyuşuk, planlarını gerçekleştiremeyen biri olduğumu gözler önüne sermek. Hem de hiç çekinmeden yapmak bunu.

Yazdıkça, kelimeleri birleştirme yeteneğim gelişiyormuş gibi hissediyorum. Siz bir gelişme görüyor musunuz orasını bilemem. Okurken ne düşünüyorsunuz onu hiç bilemem. Ben yine de buradayım. Tamamen açık bir şekilde karşınızdayım. Bir şey söylemek istediğiniz de sizi duyacağım, sizin de beni duyduğunuz gibi. Sanki günlük yazıyorum ben de burada. Bu sefer öyle gibi oldu biliyorum. Bugün az konuştuğum hatta kendi standartlarıma göre hiç konuşmadığım için içimi dökecek yer bulunca duramadım. Başka bir konu hakkında yazacaktım aslında lakin şuan unutmuş bulunmaktayım. Başlangıçla son birbirinden çok alakasız olacak gibi duruyor bu yazıda.

Böyle yazmam ortamı biraz daha samimileştirmek için aslında. Ne kadar başarılı olur onu da bilemiyorum. (Gördüğü gibi bilmediğim ve öğrenmeye çalıştığım çok şey var.) Sadece birkaç dağınık kelimeden oluşan şiirler ya da üç beş benzetme yapmaya çalışarak anlatmayı denediğim metinler olsun istemiyorum. Tam anlamıyla ben burada olmak istiyorum. O yüzden bu dostça olmaya çalışan, sanki gerçekten karşınızda sizinle sohbet eden biri gibi durmasına özen gösterdiğim bu saçma, iç döken yazıyı yazmaya çalıyorum. Bunun en önemli sebebiyse böyle kafama göre rastgele yazarken çok eğleniyorum ve en en en önemlisi konuşmayı çok seviyorum.

Söylemek istediğim son şeyse tarihi olan yazılar belki çarpmıştır gözünüze. (Yine, çok satmış roman yazarları söyleşisinde konuşan yazar tripleri…) Onlar gerçekten o tarihte yazılmış oluyorlar. O gün hissettiğim duyguların kelimelere dökülmüş halleri gibi bir şey yani. Bazı eskiden yazmış olduğum yazılara tarih atmamışım ama genelde oluyorlar. Bunu da kısaca belirtmek istedim, yani blogda olan bitenle ilgili kısa bilgilendirme.


Ne kadar daha buralarda takılırım bilemiyorum (yine). Ama yazdığım sürece arada böyle boş konuşmalar olacak gibi duruyor bilginize…

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Derin Bir Nefes



Kahvenin önünden geçerken ayağımdan seken çakıl taşları, kahvenin önündeki masalardan birinde oturan amcanın masasının ayaklarına çarptı. O bunu fark etmedi bile. Masaya dayadığı kolunun üstüne oturttuğu kafası aslında orada değil gibiydi. Uyuyordu. Uyumak ne kelime horluyor, değişik sesler çıkartıyor belli ki rüya görüyordu. Nefesi ağzından çıkarken dudakları komik şekiller alıyordu. Masalarda pinekleyen diğer amcalar da tıpkı benim gibi ona gülüyorlardı.

Bu eğlenceli sahneyi geride bırakıp kahveyi geçip bakkala doğru yürümeye devam ettim. Annem ekmek istemişti ama kendime şeker almadan çıkamadım bakkaldan. Bakkal amcanın köpeği Leblebi benekleriyle kapının önünde yatıyordu. Sadece yatmıyor rüyasında gördüğü kim bilir hangi kediyi kovalıyordu. Ayakları bir yere götürmese de vücudunu, havada koşturuyordu. Nefes verirken dişlerinin arasından çıkan hırlama hem korkunç hem de komik ve sevimliydi.


Ekmeklerle birlikte koştum eve. Annemin yemeği çoktan hazırladığı evdeki hafiflemeye başlamış kokudan belli oluyordu. -Anne? Seslenmeme cevap alamadığım için evi dolaştım, en son odasına girdiğimde orada yattığını gördüm. Yüzünün tam karşısına geçtim. Oturdum yere, ellerine yüz hatlarına baktım, göz kapaklarından çıkan ok gibi ama bir o kadar narin, ipekten özenle bir bir yapılmış gibi duran kirpiklerini inceledim. Rüyasında beni mi görüyordu acaba? Neden bu kadar sessiz uyuyordu? Nefesi annemin nefesi neredeydi? -Anne…   -Anne…  -Annem!..

16 Mayıs 2017 Salı

Sen


13.05.2017

Gökyüzü mahzun,
bugün göremedi yüzünü.
Çıkamadın yataktan, yaklaşmadın pencerelere.
Halbuki ne güzel bir yüzdür o.
insanlığı aydınlatır gülüşü,
ciğerleri yakar bakışı.
Güneş acılar içinde,
ısıtamadı tenini bugün.
O ten ki dokunanı alır içine,
zehirli sarmaşıklar sarar ellere,
yüreğini sokar insanın.

Ah sen…
Düşürdün işte beni bu hallere.

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Benim Olan Her Şey


21.04.2017

Söylediğim her kelime,
ağzımdan çıkan he cümle benimdir.
Bu havada dolaşan nefesim,
rüzgarla savrulan sesim,
kalbimdeki bu çarpıntı...
Benim, bunlar hep benim eserimdir.

Ne olmuş herkesin içinde ağlamışsam?
Ne olmuş da düşmüş bu gözyaşları?
Sevinç de benimdir, hüzün de benim.
Benimdir yanakları ıslatan yaşlar
Benimdir kulakları dolduran kahkahalar

Kendinde arama suçu da sebebi de
Sevmişsem benimdir, sevmemişsem benim
Saçlarda açan çiçekler de benimdir,
Çöllerde kuruyan dudaklar da.
Sıçramışsa bir kaplumbağa havaya
Benimdir
Düşmüşse bir bulut yere
Benimdir.

Varsa kemiklerimin arasında bir sızı,
Varsa ellerimde acı
Bakma kendine boşuna bakma
Benim, bunlar hep benim eserimdir.

14 Mayıs 2017 Pazar

Yine Bir Ben Hikayesi



07.05.2017

Şimdiye kadar hep çok ciddi şeyler yazdım. Ne kadar büyük işler başarabileceğimi, başarmak istediğimi yazdım. Kendimi gördüğüm kadar mükemmel, başarılı, zeki biri değilim ben. Bunun farkına vardım, öncelikle bunu belirtmek isterim. Hee hala çalışıp çabalarsam, hayatımı yoluna koymayı denersem iyi şeyler yapabilirim onu da biliyorum, onun da farkındayım. Dünyanın kurtarıcısı ben değilim ama, geç de olsa öğrendim. Yattığım yerden birçok şeye özeniyorum. Planlar kuruyorum ama anca aklımda, gerçekleştirmek için çaba sarf etmiyorum. Ben dünyadaki en tehlikeli insan türlerinden biriyim: Ben tembelim, tembel bir hayalperestim. Çoğu zaman depresif, soğuk yüzlüyüm. Çok şey isteyip almak için yerinden kalkmaya mecali olmayan bir kaplumbağayım. Kalan zamanlardaysa kaba saba ama bir saniye sonrasında şair ruhunu ortaya dökebilen bir manyağım.

Önceden bir varlık ya siyah olabilir diyordum ya da beyaz. Alın işte kendimden haberimin olmayışının ispatı. Ben gökyüzündeki griyim. Daha yeni yeni öğreniyorum. Daha yeni yeni görüyorum. Daha yeni yeni büyüyorum. Değişiyorum denir mi bilmiyorum ama gelişiyorum. Her geçen gün acıyla, yalnızlıkla, huzurla ve neşeyle kendimi bulmaya devam ediyorum. Ben evrenim, ben sonsuzum, ben göz kamaştıran ışık, etrafını görmeyi engelleyen karanlığım. Ben büyük konuşup, küçük hareket eden, yazarak kendini bulmaya çalışan, ben zamanın her saniyesinin öğrencisi olan küçük bir kızım.


Çok ben demişim, çok fazla kendimi anlatmaya çalışmışım gibi gelebilir size, aslında öyle de. Birinin yazdıklarını gerçekten anlayabilmek için az çok yazan kişiyi de anlamak gerekmez mi ama?

12 Mayıs 2017 Cuma

28.04.2017



Şeytanı gördüm bugün. Her şey önce kulağımda bir çınlamayla başladı. Sonra o ses… İsmimi defalarca tekrar eden o ses… Ellerim benim ellerim değilmiş gibi oldu sonra, ayaklarım gitmek istediğim yere götüremedi. Dar ve karanlık, huzursuz, acı kokan sokaklara götürdü beni. Cehennem alevinden midir, bocuk boncuk terledim aralıkta. Ama en kötüsü aynada gördüğüm oldu. Gözlerimin içinden bana el sallayan şeytan… Mutlu gözüken, bana gülümseyen bir şeytan…

11 Mayıs 2017 Perşembe

Sessiz Çığlıklar



Ne soğuğun kavurması
ne çay bardağının sıcaklığı
işlemiyordu nasır tutmuş ellerine.
Boyalı, harç bulaşmış pantolonu
katı, kaskatı duruyordu üzerinde.
Köşe başında dikilmiş
Bir elinde çay bardağı bir elinde sigara,
gözleri havaya karışan son nefesinde
dudakları kapanmış, beyninde çığlıklar…

9 Mayıs 2017 Salı

Huzurun Orta Yeri


76 yaşında, saçlarının çoğu dökülmüş kalanları da bembeyaz. Onunla konuşurken gülümsememe gibi bir şansınız yok. Yaşının getirdiği yetenek mi dersiniz bilemiyorum ama bizi gördüğü anda bize nasıl hitap edeceğini biliyormuş gibiydi. Yaklaşık bir saat bahçede gülümseyerek, huzur içinde onu dinledik. Günlerce orada oturmak zorunda olduğumuzu söyleseler hiç sıkılmadan oturup onu dinlemeye devam ederdim.

Kendi tabiriyle babası zenci kırması, o da kırmanın kırması. Vefa’dan mezun olmuş bir bankacı, astronot, biyoloji uzmanı, edebiyat tutkunu, bir okuyucu, dinleyici, iyi bir konuşmacı, aktif Facebook kullanıcısı, tavla uzmanı… Aklınıza gelebilecek birçok şey olmayı başarmış, gelişmesini durdurmamış, yaşına göre oldukça dinç bir arkadaş o. Yaşamına sığdırdığı anlar ve anılar benim için anca bir hayal olabilir. 21 yıldır kaldığı o eve gelirken 2000 kitabı arkasında bırakmış, şimdiyse yaklaşık 500 kitaptan oluşan kütüphanesiyle oturuyor.

Onunla geçirdiğim o bir saat ruhuma söylenmiş en güzel şarkılardan biri gibiydi. Oradan çıkıp metroya bindiğimizde de vapura binip denizi izlemeye koyulduğumda da yanaklarımda önünü alamadığım gülümseme hala duruyordu. O kirli bunaltıcı insan kalabalığı, onca vızıltı içinde benim duyabildiğim tek ses onun ses, görebildiğim tek yüz onun yüzüydü. Tanıştığım en etkileyici insanlardan biri oldu benim için. O neşesi, sizi saran enerjisi, ustaca kullanılan kelimeler… Her şeyiyle hala aklımda olmayı başarıyor.

Nerede kaldığını söyleyemeyeceğim, adını da. Siz onu sadece burada benim anlatmaya çalıştığım kadarıyla bileceksiniz. Daha bir sürü şey yazılabilir belki. Onun için binlerce kelime dökülebilir ama yapmayacağım. Büyüsünü daha fazla bozmak istemem o anının; onun bir saatte anlatabildiği kadarıyla yaşamının, anılarının anısını. Burada ondan bir parça olmasını istediğim için yazdım sadece. Belki sizi de bir huzurevine gitmeye itebilecek küçük bir yazı. İnanın bana tadacağınız zevk paha biçilemez olacak. Hatta keşke imkanım olsa da sizi ona götürsem. Tanıştığım ve tanışabileceğim herkesi onunla konuştursam. Kaldıkları yerin müdiresinin buna pek izin vereceğini sanmıyorum ama keşke yapabilsem.

Beni yazmaya itekledi onunla konuşmak, iki gün zor tuttum kendimi, içimde biriken hatta taşan cümleleri ve iki gündür aklımda olan tek düşünce yeniden ne zaman onu görebileceğim…

29.04.2015


Boş, bomboş hissetmek. İçinden bir şeylerin kopup gittiğini fark etmek. Her saniye daha çok kaybetmek. Sahra’yı geçmeye çalışır gibi susuz, ayakları yara bere içinde, başında akbabalar uçuşmaya başlamış…



Kendine verdiği sözleri bile tutamayan, acınası, aciz, korkak, benliğini yitirmiş varlık. Ne ara bu hale geldiğini bile fark edemeden yuvarlanıp yerlere yapışmış. Binlerce kez hayal kurup yüz binlerce kez bu hayalleri parçalamış kişilik. Kurtulmaya çalışırken daha çok batmış, dibe çekilmiş…

Her ne olursa olsun vazgeçmemeyi, pes etmemeyi öğrenmiş benlik. Milyonlarca kez daha parçalanacağını bilse de hayaller kurmaya devam eden ben. Ruhum susuzluktan kavruluyor. Kaybediyorum, kayboluyorum ama ayakta durmaya çalışmaktan da vazgeçmiyorum. Dimdik durmaya devam edip baştan bir hayat yazmak için hala vaktim var biliyorum, inanıyorum, çoğu zaman korkuyorum, yılmıyorum. Elimde kalan tek şey ben olmanın verdiği haz. Akbabaları taşlayıp dizlerimin üzerinde sürünüyorum ama ilerlemekten vazgeçmiyorum .

7 Mayıs 2017 Pazar

27.04.2017



Özlemek…

Balığın toprağa dokunmaya çalışması gibi bir şey mi? Yoksa bir ceylanın ürkek gözlerindeki seğirme gibi mi? Nasıl bir şey bu, neye benzetmeli çözemedim doğrusu. Tek bildiğim kaburgalarımı tek tek kırıp içimden dışarı taşmaya çalışıyor olması.

Hiçlik



Kalemi elime aldığımda nasıl görmüyorsa gözüm kimseyi,
Kulaklığı taktığımda nasıl duymuyorsam hiçbir şeyi,
Öyle görüyorum,  öyle duyuyorum, öyle seviyorum seni.
Kağıdım oluyorsun, müziğim oluyorsun kaybediyorum kendimi.
Varlığın diğer varlıkları yok kılıyor
Bir ben bir de sen kalıyoruz.
O yoklukta seviyorum seni
Delicesine, haykırırcasına, yok edercesine.
Seviyorum öylece, basitçe, kendimce
Seviyorum sana adanmışçasına.

Dönüş


Uzun zamandır ben olmayı bırakmış gibiyim. Gibisi fazla hatta, bıraktım. Sanki kendimi alıp bir kutuya koymuşum da bedenimi bir başkasına kiraya vermişim. Öyle bir kiracı ki bu acımasız, tembel, çok konuşan ama harekete geçmeyen bir korkak. Kendisi için önemli olduğunu söylediği şeyleri bile boşlamış bir salatalık. Evet, tam anlamıyla salatalık. 

Çıkarıyorum artık o yapış yapış kiracıyı. Yeniden başlamaya çalıyorum. Bu aralar buna nasıl ihtiyacım var anlatamam size. Bir insan kendini ne kadar boş ne kadar amaçsız hissedebilirse ondan daha boş hissediyorum. Bu boşluğu doldurmanın en güzel şekli kelimeler benim için. Uzun zamandır kaybetmiş olduğum, ihanet ettiğim kelimeler... Yanlış anlamasın kimse, ben öyle çok iyi, çok güzel, edebi değeri olan şeyler yazdığını iddia eden biri değilim. Kendi çapımda takılıyorum sadece. Hee bir de böyle sanki sürekli okuyanları olan biriymişim gibi size konuşuyor olmam yanıltmasın, hitabeti kolaylaştırmak için yapılan bir şey bu. 

Neyse işin özü yeniden bir yerlerde kaybolana kadar yazmaya devam etmeyi planlıyorum. Planlarını da çok gerçekleştirebilen biri de değilim ama elimde bir tek bu kaldı. Çünkü yaşıyor hissetmemi sağlayan tek şey hala cümle kurup burada birilerine bir şeyler anlatıyor olmak.