avuç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
avuç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ağustos 2021 Pazar

Teoman-Paramparça

 Kalbim çok kırık sevgili okur. Öyle kırık ki yürürken çıkan şıngırdama seslerinden başka şeyleri duymakta zorlanmaya başlandım. İçimdeki hava durumu ılık bir yaz akşamından önce gök gürültülü sağanak yağışa sonra da esen rüzgardan insanı yürütmeyen fırtınalı bir kışa çevrildi. Şuan o fırtınada yönümü şaşmadan, ayaklarım kaymadan yokuş yukarı çıkmaya çalışıyorum. Çantamda da yokuşun tepesinde oturup Japon yapıştırıcısıyla bir araya getireceğim kırıklar var. Bir yandan fırtına dinsin diye dua ederken öbür yandan umarım parçalarımı kaybetmemişimdir diye çantamı kontrol ediyorum. Sanki hiç bitmeyen bir savaş veriyorum ve artık çarpışmaktan kılıcım körelmiş durumda, çaresizim…

Hayat beni olmayı beklemediğim yerlere getirdi. Böyle planlamamıştım, burada olmayı istememiştim, yanımdaki insanların ışınlanmayı keşfedeceğini öngörememiştim, ama oldu. Beklenmeyen gerçekleşti. Şimdi alışmaya çalıştığım bir grup insanla sabah 8’den akşam 6’ya kadar mahsur kaldığım bir işim, bu işle birlikte gelen yorgunluk, uykusuzluk, erkenden uyuya kalmak yüzünden yaşanamayan sosyal hayat, okunamayan kitaplar ve izlenemeyen filmlere sahibim. Hayat tuhaf; ben yorgun ve kalbi kırılmış küçük bir kızım ve artık plan yapmayı bıraktım. Ne zaman plan yapsam yıkıldım, artık sadece önümdeki günle savaşıyorum. Kılıcım körelmiş olabilir, yere yıktığım insanların kılıçlarını çalarım ben de. Savaş ne zaman bitecek diye düşünmüyorum, güneşimi çalanların hatıralarını saklamıyorum, sadece yaşamakla ve o yokuşu tırmanmakla uğraşıyorum. Belki yorgunum, yıkımlarla doluyum ama mutsuz değilim, her zamankinden daha umutluyum.

Sevgili okur, yakın olduğum insanlardan sıkça duyduğum bir cümle var: Sen çok güçlüsün. Büyük ihtimalle sen de kendi çevrenden duyuyorsun bunu. Zorluklarla başa çıkmamız için bizi teselli ederken kullanılan sıradanlaşmış bir cümleydi bu benim için. Şuan bunu yazarken düşündüğüm şeyse evet, ben çok güçlüyüm. Hala buradayım, yüzüm gülüyor, her şeye rağmen keyfim yerinde, aldığım savaş yaralarının izleri beni daha da güzelleştiriyor. Bazı günler diğer insanlara göre biraz fazla ağlıyorum, korkuyorum, hırçınlaşmış ve sinirli oluyorum. Hayatım çıkmaza girmiş ve amaçsızca dolanıyormuşum gibi hissediyorum ama sonra durup gözyaşlarımı siliyorum, omzuma dokunup diyorum ki “Hadi kızım, daha tablolardaki bütün satır aralıklarını eşitlemen lazım.”

24 Şubat 2021 Çarşamba

Lütuf

Yalan! Öldürmeyen acı güçlendirir diyorlar, koca bir yalan: Güçlendirmiyor ama delirtiyor. Deliliğin altından da acıyı hissetmek önemsizleşiyor. Çünkü artık ilgilenmen gereken yeni bir sorun vardır, insanların gözüne hemen çarpan, sen söylemesen de gözbebeklerinden okuyabilecekleri yeni bir ilan. Toplum, normal diye atfedilen insanlar, deliliğin kokusunu alırlar. Söz konusu delilik olunca av köpeklerine dönerler. Normal olan da budur ya hani... Acı çekerken yüzüne bakmayan, görmeyenler, duymayanlar, delirince bok böcekleri gibi kokuyu takip eder bulurlar seni. Sen de budursun zaten onlar için; bir avuç bok. Ve böyle hissetmen için de ellerinden geleni yaparlar. Yazık deliliğin ne büyük lütuf olduğunu anlayamayanlara.

7 Ocak 2021 Perşembe

Kıyamet

Yıkılsa bu dünya

Ve ikimiz sağ kurtulsak

Bütün yaşam izleri silinse birden  topraktan

Sadece sen ve ben

Sadece, senin ve benim, nefeslerimizin sesi yankılansa gök kubbede

Bütün yıldızlar bizim için ışıldasa

Güneş bizim için doğsa her sabah ve batsa her gece

Yıkılsa bu dünya bir sen kalsan ellerimi tutmuş

Ve kalbin bir benim için;

Benim kalbimi attırmak, benim nefesimi kesmek için atsa...

5 Ağustos 2020 Çarşamba

Açlık-Knut Hamsun

Uzun zamandır paylaşmak için bir şeyler yazmak zor geliyordu, yine… Yani aslında bir yerlere bir şeyler yazıyorum ama bunları okunsun diye yazmıyorum. Ben bile okumuyorum hatta yazıp hızlıca kaldırıyorum kağıdı kalemi. Kendimden bile saklıyorum yazdıklarımı. Durum bir süredir böyleydi. Bir iki gün önce ise, beni yeniden düşüncelerimi paylaşmaya iten bir kitap okudum. Şimdi kafamdaki cümleleri toparlayabildiğim kadarıyla bu kitaptan ama öncelikle yazarından bahsetmek istiyorum size.

*

Kitabımızın adı Açlık: Knut Hamsun’ı meşhur eden eser.

Asıl adı Knud Pedersen olan yazar Norveç’te dünyaya gelmiş. Sekiz yaşında, ailesi çok sıcak bakmasa da, dayılarından birinin iknasıyla bir papazın yanına eğitime verilmiş. Oradaki zorluklara dayanamayınca on dört yaşında ailesinin yanına geri dönüp bir tüccarın yanında çalışmaya başlamış ve tüccarın kızına aşık olmuş. Hayatın zorluklarıyla küçük yaşta tanışan Knut Hamsun, tüccarın iflas etmesiyle işsiz kalmış. Zaten işsizlik ve parasızlık yazarın hayatında hiç eksik olmuyor. Yaşadığı kasabadan ayrılıp farklı işler yapmasına rağmen hiçbir zaman tam olarak bir zanaat sahibi ya da daha genel olarak konuşacaksak bir iş sahibi olamıyor.

On sekiz yaşında şiirler yazmaya başlıyor. Hatta Esrarengiz Adam adında bir kitap yazıyor ve bu kitap tanıdığı bir kitapçı tarafından Knut Pedersen Hamsund imzasıyla basılıyor. Sonrasında Bir Karşılaşma isminde ikinci kitabını yazıyor ve bu kitap da yayımlanıyor. Yayımlanmış eseri olan bir yazar olması onun hayatını düzeltmek için yeterli olmuyor tabi ki. Tahrirat katipliği yaparken her anında kitap okumaya başlıyor ve bu yüzden gözlerini bozuyor. Yine bu yıllarda Björger adında uzun hikaye yazıyor ve hikayede tüccarın kızına olan aşkını dile getiriyor. Yazar olmaya karar verdiğini anladığında bir tüccardan aldığı yardım sonrasında köy hikayeleri ve şiirler yazmaya başlıyor, adını da Knut Pedersen olarak değiştiriyor. Hikayeleri ve şiirleri tamamlanınca yayımlatma amacıyla Kopenhag’a gidiyor ama oradan hayelleri yıkılmış ve parasız olarak şimdiki adıyla Oslo, o zamanki adıyla Kristiania’ya geri dönüyor. Parasızlık ve açlıkla mücadele etmek zorunda kalıyor. Yine farklı işler yaptıktan sonra bir arkadaşının yardımıyla Amerika’ya gidiyor ve burada hastalanıyor. Öleceğine inanılan Knut Hamsun, Norveç’e geri dönerken mucizevi bir şekilde iyileşiyor. Kristiania’da bir gazeteyle anlaşıp yazılar yazmaya başlıyor ama açlık ve parasızlık burada onu yine buluyor. Bunun üzerine tekrar Amerika’ya gitmek için hazırlıklara başlıyor. Bir süre orada yaşıyor ve Kristiania’ya dönmek, yazmak için bir gemiye biniyor ama gemi Kristinia’ya gelince korkusundan inmiyor. Orada yaşadığı açlık onu bu denli etkiliyor aslında. Gemi Kopenhag’a doğru devam ederken de Açılık romanını yazmaya başlıyor. Sonrasında bu romandan bölümler bir dergide imzasız olarak yayımlanıyor.

*

Yazarın hayatından böyle uzunca bahsettim çünkü Açlık Knut Hamsun’dan çok şey taşıyan bir kitap. Belki de Knut Hamsun bu kadar aç kalmasaydı, bu kadar düşmeseydi bugün bu kitaptan bahsetmek de mümkün olmayacaktı.

Kitabın kahramanı tıpkı yazar gibi Kristiania’da yaşayan bir yazar. Hayatını devam ettirebilmek için gazetelere yazılar yazıyor, çoğu zaman yazamıyor aslında.  Kahramanın hayatına eşlik ettiğimiz anlar kış mevsiminde geçiyor. Onun üşümesine, açlığına, çaresizliğine tanık oluyoruz. Sadece tanık olmakla da kalmıyoruz. Knut Hamsun o kadar gerçekçi bir şekilde yazmış ki açlık, soğuk ve yorgunluk kitaptan taşıp sizin üstünüze geliyor. Bu kadar gerçekçi anlatmış demek yeterli değil aslında çünkü zaten her şey gerçek,  o açlığı kendisi de yaşamış…

Hikaye boyunca kahramanla birlikte yürüyoruz diyebilirim. Evsiz kaldığı için yürüyor, aç kaldığı için yürüyor, birilerini bulmak için yürüyor, soğuktan kaçmak için yürüyor, yürümekten ayakları şişiyor. Bu yürüyüşler sırasında da kafasından geçen düşünceleri görüyoruz. Üç beş kuruş almak için arkadaşının battaniyesini rehinciye vermeye gidiyoruz bir bölümde, sonra bunu yaptığımız için kendimizden utanıyoruz. Açlığın bizi bu kadar düşürmesine kızıyoruz. Sonra hırsızlık yapıyoruz, karnımızı doyurup kalan parayı yaşlı bir kadına veriyoruz. Parasını çaldığımız kişilere de gidip yaptığımızı anlatıyoruz. Kahramanla birlikte biz de dolaşıyoruz sokak sokak.

Kitapta en çarpıcı alan şey tabii ki kahramanın yaşadığı açlık. Günlerce, yemek yemeden bayılmaya yakın bir durumda dolaşıyor sokaklarda. Bazen yerde bulduğu talaş parçalarını atıyor ağzına bazen taş bazen de ceketinin cebini. En zoru da sanırım bir gece açlıktan kendi parmağını ısırması. O kadar çaresiz ve ne yapacağını bilemeyecek durumda kalıyor. Bu açlığa her şahit olduğumda, o cümleleri okurken benim de karımın açlıktan kazındığını hissettim. Onunla birlikte ben de kıvrandım yatakta. Sanki ben de günlerce yemek yemeden yürümüştüm. Sanırım bu kitaptan bahsetmeyi istememin en büyük sebebi bana bu kadar geçebilmiş olması. Ya da belki de yazarın da kahramanın da yaşadıkları onca zorluğa rağmen hayata yazarak tutunmaya çalışması etkiledi ve ben de yazmak istedim. Kendime ürettiğim onca bahaneden kurtulup yazmak…

*

Kitabın sonunda kahramana ne olduğunu söylemek istemedim ama yazarın hayatına baktığımız da beklenen bir sondu diyebilirim. Umarım bir gün fırsatınız olur ve bu kitabı okursunuz.


22 Şubat 2020 Cumartesi

İzleyelim O Zaman...


Hayatımın o an için çok zor ve acı verici olduğunu düşündüğüm bir yılında, şuan en sevdiğim alışkanlıklarımdan birini kazandım. Dikkat dağıtıcı her şeyden uzaklaşıp sadece kendimle kaldığım anlara ihtiyacım vardı çünkü kalabalık ortamlardan, sürekli konuşan insanlardan bezmiştim. Başarısız olduğumu düşünüyordum ve kendi olmayı beceremeyen, yalnız kalmaktan korkan birine dönüşmüştüm. Kafamdaki bütün kötü düşünceleri bir kenara bırakıp güvenli bölge yaratmalıydım yoksa nefes alamayacak gibi hissediyordum. Bu yüzden haftada bir gün, tüm o bildirimlerden, mesajlardan, seslerden, yorumlardan uzaklaşıp film izlemeye başladım. Çok basit gibi duruyor aslında, sonuçta sadece oturuyorsun ve filmi izliyorsun. Bir süre sonra olayın bundan çok daha fazlası olduğunu keşfettim. Öncelikle erteleme alışkanlığımla savaşmak için iyi bir başlangıçtı: İzlemek istediğim bir sürü şey vardı ama ben yorgun olmamı, sınavları ya da arkadaşlarımla dışarı çıktığımı bahane ederek bu filmleri izlemeyi erteliyordum. Kendime her hafta pazartesi ne olursa olsun film izleyeceğime dair bir söz verdikten sonra ürettiğim bahaneleri daha net görmeye başladım. Altı üstü bir filmi izlememek için bile bu kadar bahane üretebiliyorsam, hayatımda daha önemli olan ama bana zor görünen işler için neler kurguluyordur beynim?

İkinci fark ettiğim olaysa alışkanlık kazanmanın aslında ne kadar zor olduğu. Bana keyif veren, beni neşelendiren, eğlendiren bir alışkanlığı kazanmak bile düşündüğümden kat ve kat zordu. Eylemsiz olmak, sadece yatmak varken bazı isteklere ve dikkat dağıtıcı etkenlere karşı direnç gösterip her hafta o filmlerin başına oturmak durup baktığımda beni gerçekten zorladı. Bir karar vermeye çalıştığınızda, bu durum için film izlemek ve izlememek, beyninizin bir tarafı sizi o filmi izlemeye diğer tarafıysa izlememeye itiyor. Hangi tarafın kazanacağı, sizin hangi tarafı daha iyi beslediğinize bağlı ki bu da bir enerji, diğer tarafa karşı direnç göstermenizi gerektiriyor. Bu yüzden yeni bir karar almaktansa zaten devam ettiği gibi yaşamını sürdürmek beyin için en kolay yol oluyor.

Fark ettiğim üçüncü şeyse yalnız kalmaya sandığımdan daha fazla ihtiyacımın olması. Kalabalığın içinde çaba sarf etmeden yaşamaya, yaşadığı sanıp savrulmaya alışmış olmak kendim olmayı unutmama sebep olmuş. Durup düşüncelerimi dinlemeye başlamak kim olduğumu keşfetmek için yeni bir fırsat yarattı. Kazanmaya çalıştığım yeni alışkanlık durup nefeslenmek için zamana ihtiyacım olduğunu anlamamı sağladı. İsteklerine, benliğine karşı daha duyarlı biri oldum diyebilirim bu alışkanlık sayesinde.

Basit bir alışkanlık kazanmaya çalışırken anlamlı şeyler de elde ettiğimi düşünüyorum ve geldiğim yere bakınca kendimle gurur duyuyorum. 2018’den beri her hafta düzenli olarak film izliyorum. Bunun yanında devam ettirmeye çalıştığım iki alışkanlığım daha var: Her gün ne olursa olsun kitap okumaya zaman ayırıyorum ve en fazla iki gün ara vermek şartıyla yazı yazıyorum. Ayrıca yeniden tek başıma dışarı çıkıp gezmeye başladım. Daha önceleri yalnız dolaşmayı çok severdim ama kalabalık ortamların etkisiyle tek olup bir şeyler yapmak korkunç görünmeye başlamıştı. Yalnız olabilme yeteneğimi tekrar kazandım ve bu ben mutlu ediyor. Yani film izleme günü yapmak art arda dizilmiş domino taşlarının ilkiydi benim için. O ilk taşı itecek gücü bulunca ardında çok daha büyük ve güzel taşlar olduğunu gördüm. İlk taşı ittim ve kafamı kaldırıp etrafa baktım neler değişiyor diye. Bugün biliyorum ki keşfedecek hala çok şeyim var.

Son olarak beni etkileyen, durup düşünmeye iten, olaylara bakış açımı değiştiren birkaç tane filmden bahsetmek istiyorum.



·      


  • Her: Yapay zekalarla insan ilişkilerine farklı bir yönden bakıyor film. Biri bana film önermemi istediğinde ilk aklıma gelen oluyor genelde. Joaquin Phoenix’i ilk bu filmle tanımıştım ki Joker’deki oyunculuğuyla da aşık olmuştum.












  • Gattaca: Benim de öneri sayesinde izlediğim bir film. Jude Law ve Ethan Hawke’ın hala genç olduğu zamanlarda çekilmiş ve bence hak ettiği kadar konuşulmayan bir film. İnsanların ne olabileceği, ne kadar yaşayacağı önceden belirlenirken bir adamın tüm sınırlandırmaların dışına nasıl çıktığını gösteriyor bize.








  • The Professor: Yolda arabayla gidiyorsunuz, önünüze yol ayrımı çıktı. Ya sağa gideceksiniz ya sola, hangisini seçeceğinizi nasıl seçersiniz?


9 Şubat 2020 Pazar

Kaybediyorum...


Ne zamandır oturuyorum bu koltukta bilemiyorum. Ne saate baktım geldiğimde ne de havanın rengine. Gözlerimi de kırpmamışım belli, kurumuşlar acıyorlar: Halbuki en son ağlıyordum…

Yine düşüncelerimle tartışmaya girmişim gibi. Keşke sonuçlarını hatırlayabilsem. Bu aralar vücudum benden habersiz hareket ediyor. Beni koymuş bir kenara, kontrolü ele geçirmiş, ben de olanları hatırlamayan kötü bir seyirciyim ruhumun içinde. Basitçe söylemek gerekirse deliriyorum işte. Belli değil mi zaten? Almışım aynayı elime kendimle konuşuyorum, kendimi bana şikayet ediyorum. Geri dönmüşü olmayan bir kaybın ortasındayım. Zihnimin tek kişiliğinin kaybı. Beni korumak için yine beni kaybediyorum…

1 Şubat 2020 Cumartesi

Bazı günler


Bazen yazmak istiyorum. Alıyorum defteri kalemi elime, açıyorum boş bir sayfa sonra bekliyorum. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Uzun zaman bir şeyler yazmamış olunca sanki o kaleme deftere ihanet etmişim ve bir daha yazmama izin vermeyecekler gibi hissediyorum. Ama bir an oluyor, gözlerimi kapatıp açıyorum, bakıyorum ki sayfa dolmuş. Ne yazmışım onu bile hatırlamıyorum, yine de yazmış oluyorum. Yazmak… Yazmak benim için nefes gibi bir şey işte, gözlerimi kapatıp açıyorum olup bitmiş: Hava içimden çıkıp gitmiş.

Kimseye okutmasam ya da bahsetmesem de yazıyorum hala, çok sık olmasa da. Hatta sadece ve sadece kendim için yazmayı öğreniyorum. Tarihi atıp o gün hissettiğim, düşündüğüm her şeyi yazmaya çalışıyorum. Kalemin sayfada çıkardığı sesi duymak yetiyor, rahatlıyorum. Anlatamadığım günler oluyor. Kafamdan geçenleri kimsenin anlamadığı günler. İşte özellikle o günlerde yazıyorum. Kimseye hiçbir şey ispatlamak zorunda kalmamak, haklı ya da haksız çıkmakla uğraşmamak istediğim günlerde; bir savaştaymışım gibi çarpışarak düşüncelerimin anlaşılmasını beklemeye gücümün olmadığı anlarda yazıyorum. Yazıyorum çünkü biliyorum ki yazarken anlaşılmak için çırpınmama gerek yok. Yazarken biriyle kavga etmiyorum, kazanmıyorum, kaybetmiyorum, haklı olmuyorum, haksız olmanın getirdiği sinire kapılmıyorum, gülünmüyorum, yargılanmıyorum, etiketlenmiyorum, önceden yaptığım ya da söylediğim şeyleri umursamadığım için eleştirilmiyorum. Olmak istediğim, düşünmek istediğim, söylemek istediğim gibi oluyorum: Ben oluyorum. Olduğum kişiden utanmıyorum, biliyorum ki aslında hiçbir şey olmak zorunda değilim. Hiçbir kalıbım içine girmek zorunda değilim. Üzerimde etiketler taşımak zorunda değilim. Bir önceki günkü düşüncemi sevmek zorunda değilim. Bunun rahatlığıyla yazıyorum. Sonra dışarı çıkıp olmamı bekledikleri insan olmadığım için çok bilen bakışlara, yapış yapış sözcüklere katlanıyorum.

Bazı günler katlanamıyorum ve sadece yazıyorum. Bazı günler yazdıklarımı kimse okumasın istiyorum…

8 Haziran 2019 Cumartesi

Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar


Uzun zamandır ilk defa beni hayal kırıklığının kollarına böyle şiddetli atan bir kitap okudum: Saatleri Ayarlama Enstitüsü.

Bu kitaba karşı büyük beklentilerim olduğundan mı beğenmemiş olmak beni derinden üzdü bilemiyorum. Lisedeyken çok fazla adını duymuştum ve o zamandan beri de okumak için uygun anı bekliyordum. Zaten kitabı aldıktan sonra da hemen başlamadım ki diğer uğraşlarım arasında kaybolup gitmesin, gereken önemi ona gösterebileyim. Ama işte el üstünde tuttuğum, pamuklara sarıp sarmaladığım roman baş ağrım olup çıktı. İki hafta boyunca benimle birlikte süründü, bitmek bilmez bir çileye dönüştü. Bu durumda beni Ahmet Hamdi Tanpınar’a karşı sinirlendirdi biraz, kitabı elimden atar atmaz içimi boşaltabilmek için buraya koştum.

*
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
*

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirlerinin birçoğunu okuduğum ya da bir şekilde duyduğum bir şair ki kitabına nazaran bu şiirleri daha çok sevdiğimi söylemeliyim. Kitabı okumaya başladıktan sonra çokça “Keşke hep şair olarak bilseydim seni Tanpınar.” dedim. Şiirlerini yazarken kullandığı o büyülü sembolist dili Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne de yansıtmış Tanpınar. Başarlı olmuş mu, evet olmuş ama bu başarı bana olumlu yönde geçemedi maalesef.

İlk başta kendimi sorguladım bir sorun mu var bende, neden beğenemedim kitabı diye. Okumaya zorladım kendimi ki kitapları yarım bırakmak âdetim değildir ne olursa olsun bitirmeye çalışırım başladığım kitabı. Sonra gittikçe daha da sıkıcı bir hal almaya başladı kitap, içine bir türlü giremedim, kitaptan biri olamadım. Bu tabi ki benden kaynaklanan sebeplerden de olabilir: Anlamadığım kelime sayısının çokluğu okuma zevkimi bozmuş olabilir, kitabı anlayabilecek kadar iyi bir okur olmayabilirim. Bunları kabul etmesini de bilirim ama hırsızın hiç mi suçu yok?

Sayfaları çevirdikçe kafamda sürekli neden sorusu dolaştı. Neden anlatmış bunları, neden bu ayrıntı, neden yaptın bunu Tanpınar neden, neden?.. Anlatımı gereksizce uzatılmış buldum. Yere atılan sakızın sıcak havada yumuşayıp ayakkabınıza yapışması gibiydi: Bir türlü ondan kurtulmayı başaramıyorsunuz, uzadıkça uzuyor. Bir kahramanı olaya dahil etmek için bunca cümleye israf etmiş ama sonuçta neye yaramış bu anlam veremedim. Kahramanları anlatırken olay akışını parçalamış, kitabı durağanlaştırmış. Yanlış anlamayın betimlemelere, lafı dolandırarak anlatmalara karşı biri değilim, Tanpınar’ı bu konuda başaralı bulamadığımı söylemeye çalışıyorum sadece. Halbuki çok ilgi çekici bir konusu vardı romanın, temelde anlatmaya çalıştığı şey de çok anlamlıydı. Buna rağmen çirkin bir kitap okuduğumu düşünmek beni derinden yaraladı desem abartmış ola da bilirim olmaya da bilir.

*
Bu akşam rüyamda Leylâ'yı gördüm,
Derdini ağlarken yanan bir muma;
İpek saçlarını elimle ördüm,
Ve bir kemend gibi taktım boynuma,
Bu akşam rüyamda Leylâ'yı gördüm.
*

Şimdi şöyle düşünebilirsiniz: Böyle bir yazarı eleştirmek, kötülemek, beğenmemek sana mı düştü? Evet, aslında bana düştü. Her okuyucu dışından yapmasa da içinden eleştiri yapar kitaplara karşı, ben böyle inanıyorum ya da en azından ben böyle yapıyorum. Dolayısıyla bu yazıyı yazmak biraz bana düştü biraz da bu kitabı okuyan herkese. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne bayılmış, aşık olmuş bir çırpıda okuyup bitirmiş kişiler olabilir, hatta olmuş ki bu derece meşhur bir kitap haline dönüşmüş. Bununla birlikte benim gibi sevememiş insanlar olduğuna da inanıyorum, her ne kadar şimdiye dek herhangi biriyle karşılaşmamış olsam da…

Sanırım bu kitapla ilgili söylemek istediğim şeyler bunlar. Umarım siz de okur ve tarafınızı seçersiniz.

*
Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca.
Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı.
Yani ben seni sevdiğim zaman,
Ayrılık kurşun kadar ağır,
Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın.
Yine de,
Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde.
Aynaların ardında sır,
Yalnızlığın peşinde kuvvet,
Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye,
bir de o kahreden gurbet..
Beni affet,
kaybetmek için erken,
sevmek için çok geç...
*

NOT: Sizin için son şiirin şarkı halini de bırakıyorum. Büyük ihtimalle dinlemişsinizdir yine de güzel şarkı o yüzden eklemek istedim.

25 Mayıs 2019 Cumartesi

Unutkanlık



10.11.2018

Gökyüzüne bakmayı unutmuşum
Etrafımın karanlığından başımı çevirmeyi,
Bulutları umutlara benzetmeyi
Ciğerlerimdeki gülüşü rüzgara katmayı,
Kafamı hayallerime kaldırmayı unutmuşum.

Fark edilmesi zor zehirlenmiş olduğunun
Bacaklarından tutulup çekildiğini diplere
Kalbinin kördüğümle bağlandığını hissetmek;
Vazgeçmek zor…

21 Nisan 2019 Pazar

Damla


Çakan şimşeklerin ışığında
Yüzleri seçmeye çalışıyordu yağmurlar
Hangi yüze damlayacaklar merak ediyorlar
Hangi yüzün çizgilerine dolacaklar?
Hangi yüzde gözyaşı bulacaklar?

Damlalardan biri
Parlayan bir alna düşüyor
Başka biri
Yeni açmış bir çiçeğin kalbine
Öbürü, kimseye görünmeden
Çürümeye başlamış saçların arasına karışıyor
Eğer biri buraya girdiğini görürse
Alay ederler onunla, biliyor.

Gök gürültüsü yağmurların gülüşünü bastırıyor
Hiçbiri neden o damlanın
Kararmış bir ruha sarıldığını anlamıyor…

13 Nisan 2019 Cumartesi

Güzel Günler Göreceğiz...



Aylardır hiçbir şey yazmadığım dank etti kafama az önce. Ben de kalktıp kendime ne yaptığımdan bahsetmek istedim. Sanırım aldığım kararları, geçtiğim yolları somut olarak gözler önüne sermek bana daha iyisini yapabilmek adına da motivasyon sağlayacak…

Uzun zamandır bir değişim çemberinin içindeyim. Bu sürede şunu fark ettim ki zaten yaşamım boyunca her an değişiyordum, bu sefer diğerlerinden farklı olarak bilinçli bir büyüme ve temizlenme evresine soktum kendimi.

Değişimi basit olan şeylerle başlayın diyorlar, benim söylenilenin tersini yapma alışkanlığım sağolsun gittim en zor adımdan başladım: İnsanları değiştirdim. Etrafımda beni zehirleyen herkesten bir bir kurtulma kararı aldım geçtiğimiz yaz. Belki de uzun süredir düşüncelerimin vardığı en güzel nokta olabilir hayatımdaki insanları azaltma harekâtı. Nasıl aydınlanma yaşadım tam olarak hatırlamasam da bazı kişilerin beni sadece yorduğunu, göremediğim bir yerime yapışan kene gibi beni sömürüp durduğunu fark ettim. Asıl olay aydınlanma evresinden sonra başlıyor çünkü en çok enerji gerektiren kısım temizliğin yapılış aşaması.

Öncelikle cesur olmanız gerekiyor, gönderdiğiniz her insan siz bir canavarsınız artık ve canavarlar acı çekmesi gereken varlıklardır. Sizin hakkınızda konuşarak, sizi kötüleyerek, görüp görmemezlikten gelerek ya da türlü başka davranışlarla sizi kırmaya dayanıklılığınızı zayıflatmaya mümkünse sizi yalnızlaştırmaya çalışırlar. İşte bunları kendinizi ivmelendirmek için kullanmanız hayati önem taşır: Her ne olursa olsun cesur olup bu sömürgeci topluluktan yakanızı kurtarmanız, değişim yolunda kırılması gereken en kalın duvardır.

Şuan birçok insanın gözünde bencil, acımasız, kendini beğenmiş biri olabilirim. Konuşmamayı tercih ettiğim insanları zamanında üzmüş ve kırmış da olabilirim. Evet, ne yaptıysam kendim için yaptım bu yüzden bencilim. Hayatımı zehirlemelerine izin vermek istemedim, gerçekleştirmek istediğim hayallerim hakkında beni demoralize etmelerine izin vermek istemedim, beni ben olmaktan alı koymaya çalışmalarına izin vermek istemedim, bunları tamamen kendimi düşündüğüm için yaptım bu yüzden bencilim. Bencil olmakla da mutluyum. Benim için önemi yitiren insanların hakkımdaki düşünceleri de önemini kaybettiğinden, bu insanlar sesleri bana ulaşamayan bir grup sömürgeci olarak sınır dışımda kamp kurabilirler en fazla.

Temizlik aşamasında yalnızca insanlardan kurtulmadım aslında. Bağlı kaldığım onlarca eşya vardı kutuların içine tıkıştırılmış ve beni zincirliyorlarmış gibi bir his yaratıyorlardı. Unutmak istediğim anıları ve insanları sürekli gözlerimin önüne getiriyorlardı. Birgün kalkıp bütün o eşyaları çöpe tıktım ben de. Sırtımdaki ve kafamdaki o yükten kurtuldum. Birgün giyerim dediğim tüm kıyafetleri, ayakkabıları çıkardım hayatımdan sonra da. İçimde yer açıldı bütün o fazlalıklar çıkınca.

Temizleme işi bittikten sonra büyüme evresine girdim. Normalde yapmam dediğim şeyleri yapmaya başladım. Kişisel gelişim kitabı okudum mesela, daha önce gitmediğim bir yere oturduğum hep latte içmekten vazgeçtim, hep aynı yerlere gitmekten vazgeçtim… Farklı şeyler denemeye çalıştım kısaca küçük küçük, alışkanlıklarımı kırmaya, kendimi garantiye alarak adım atmaktan vazgeçmeye çalıştım, hala da çalışıyorum. Bu sıralar istediğim kadar okuyamasam da kitaplığıma değişik kitaplar kazandırıyorum. Tek başıma yürümekten, tek başıma oturmaktan keyif almaya başladım. Düşüncelerimi eğitiyorum, hiç görmediğim renkler görüyorum yüzlerde, doğruyu söylemekten daha az korkuyorum, olmaya çalıştığım kişiyi seviyorum: Ben başka bir ben oluyorum ama daha çok kendime benziyorum.


Böyle işte varsa sevgili okur. Eskisine göre fazlaca rahat kafam, ruhum. Değişim diye buraya yığdığım bu cümleleri hayat tarzım haline getirmeye çalışıyorum temel olarak. Kendimi mutlu hissettiğim sürece de buna devam etmeyi planlıyorum. Hayatımda daha fazla toksikli kalabalığa yer almasını istemiyorum sevgili okur.

9 Aralık 2018 Pazar

İzninizle...



Bir yolculuk görünüyor ufukta. Ne kadar ertelemeye çalışsam da benliğimin sürekli gitmeye çalıştığı bir yer var. Ne kadar bahane üretsem de ellerim çekiştiriyor beni artık. Konuşmak istiyorlar, yazmak istiyorlar, haykırmak istiyorlar içinde tuttukları binlerce kelimeyi. Engel olamıyorum onlara. Sanırım artık engel olmaya da çalışmıyorum.

Uzun zamandır sahip olmadığım bir ruh hali baloncuğu var etrafımda. İyi güdülmüş birçok düşünce sonunda filizlendi beynimin tam orta yerinde. Çok okumaya çalıştım, çok konuştum, çok insan tanıdım, çok yere gittim, çoklarla gittim… Yani iyi ya da kötü olan her şeyden çokça yaptım. İyi ile kötü arasındaki o çizginin üzerinde uzun zaman yürüdüm, sonunda tarafımı da seçtim. Olmam gereken yerle ilgili, kendimi ait hissettiğim yerle ilgili kesin sonuçlar aldım deneylerimden. Huzuru, dinginliği, yalnız kalma isteğini böyle edindim.

Ben kimim ki bilmiyorum ama sen okuyorsun diye okuyorum diyen insanlar olduğunu biliyorum, sen gidiyorsun diye geliyorum diyen insanlarla yürüyorum, sen söylediğin için konuşuyorum diyen insanları dinliyorum, seninle sessizce denizi izlemeyi seviyorum diyen insanlarla ıslanıyorum, seninle konuşmak bana iyi geliyor diyen insanlara hikayeler anlatıyorum, sen yazmayı bırakma diye yazıyorum diyen insanların düşüncesiyle yazıyorum. Ve görüyorum ki, bütün o karalar kaplı kişiliklere rağmen ışıklar toplamışım karanlığın içindeki yıldızlardan.

Yani anlayacağınız ben daha bi’ ben oluyorum, daha mutlu günler geçiyorum, fazlalıklarımdan kurtulup ellerimin beni çektiği yere daha hızlı gitmeye çalışıyorum.

Şimdi izninizle, biraz daha yalnız kalmaya ihtiyacım var…

7 Aralık 2018 Cuma

Meyve



23.06.2018
Yalnızlık bahçesinin meyvelerini topluyorum
Bana yıkmışlar görevi
Kaçamıyorum.
Dallar üstüme yıkılıyor,
Ağırlığında eziliyorum.
Tam o sıralarda
Halk açlıktan kırılmaya başlıyor
Dağıtıyorum elimdekileri
Yiyenleri mest ediyor meyveler
Dalıyorlar bahçeye
Bir gözyaşı kaplıyor etrafı
Durdurmaya çalışmıyorum....

27 Ekim 2018 Cumartesi

Yollardan Geçiyorum...



20.06.2018
Yollardan geçiyorum,
Bomboş, ışıkların yanmadığı sokaklardan.
Nereye kaçmış bu insanlar,
Anlamıyorum,
Nereye kaçırmışım
Rüyalarımda dolaşan yüzü
Bulamıyorum.

Yollardan geçiyorum…
Tamir edilmesi zor
Yamru yumru hayallerden
Bastığım taşların arasından
Suçluluk yapışıyor üzerime
Durduramıyorum.

Yollardan geçiyorum.
Çalacak kapı ararken
Sabah oluyor, gökyüzüne bakmayı
Unutuyorum.
Bir kızın saçları örülüyor evlerden birinde,
Bir oğlanın gözleri boyanıyor,
Utanıyorum.

Yollardan geçiyorum,
Vicdanımın sesini uzak tutmak için
Diktiğim duvarlara
Ulaşıyorum.
Dudaklarımın arasında bir kalem
Diktiğim gibi yıkmaya çalışıyorum.

12 Eylül 2018 Çarşamba

Olacak İş Değil



07.06.2018
Kuma batmış bir taş olarak yaşamak,
Sabah vuran güneşle yanması sırtının,
Ve her gecenin soğuğunda yüzünün donması,
Katlanılır şey değil.
Umutla yaşamak katlanılır şey değil.
Bir elin kurtarmasını beklemek sizi
Tutup temizlemesi kumlardan,
Okşaması yüzünüzü
Balığa dönüşebilmeniz için
Atması sizi denize
Beklenilir şey değil.

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Martı Jonathan Livingston - Richard Bach



Cennet bir yer, bir mekan değildir, bir zaman dilimi değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmelliktir.

İçinde bolca martı fotoğrafı olduğu için kısa sürede bitireceğimi düşünüp yoğun bir zamanımda aldım elime Martı Jonathan Livingston'u. Beklediğimden daha güzel olduğunu söylemeliyim. Yazar martılar üzerinden çok güzel toplum ve din eleştirisi yapmış. Martılar üzerinden, örnek bir insan nasıl olmalı bize göstermiş.

Hayatı yaşamış olmak için yaşamıyor Jonathan, uçmak için hem de en iyi şekilde uçmak için, yaptığı işin en iyisini yapmak için yaşıyor. Uçmakla ilgili öğrendiklerini diğerlerine öğretmeye çalışıyor. Önce tanrı ilan ediliyor sonra taşlanıyor. Yine de göklerde süzülmeye devam ediyor.

Başarı öyküsü mü dersiniz siz bu kitaba çocuk hikayesi mi bilmiyorum ama kitabı kapattıktan sonra yüreğinizde bir şeyler kıpırdayacak biliyorum.

Eğer ne yaptığını iyi biliyorsan her zaman başarırsın. Başarmak için ne yaptığını bilmek gerek.

17 Temmuz 2018 Salı

Tanrıyı Oynamak



Daha önce hiç hayallerinizde yarattığınız birine aşık oldunuz mu? Ben oldum. Kendim için istediğim mükemmel insanı yarattım düşlerimde, kafamın içindeki hayatımda, yaşamak istediğim masalsı dünyada… O mükemmellik öyle bir çekti ki beni içine, hayal kurdukça, kafamın içinde yaşadıkça, gerçek ana dönmek git gide zorlaştı. Orası, o insan, aslında hiç tanışmadığım, hiç var olmamış, hiç kanlanmamış biri beni, etrafımdaki herkesten ve her şeyden daha fazla mutlu etmeye başladı.

Karışımdaki kötü olan elementler bir bir ayrılmıştı ondan. Onunlayken yalan yoktu, gözyaşı yoktu, kibir, kapris, aldatma yoktu. Ve tüm bunlar aslında yalanın en büyüğüydü. Gerçek dünyada mükemmel yoktur çünkü. İnsanlar üzülür üzer, yalan söylerler. Hayal kırıklıklarıyla dolu yollardan yürürler çoğu zaman. Kırıkların oluşmasının asıl sebeplerinden biri de kişinin kendisiyken zaten. Bu durumda da hayaline aşık olmak, kendim için yarattığım kırık oldu. Bir hayal hem cennetin kapılarını aralayan anlarınızı hem de cehennemin gerçekliğine sokan anlarınızı oluşturabiliyor işte.

Belki de hikaye yazmaya çalışmanın kafamdaki zararı buydu: En sonunda kendim için de yazmıştım bir tane. İnsan kendi masalını oluştururken dikenler barındırsın ister mi hiç? İstemez tabi. Normalde kaçamadığım insanlar dikendi, ulaşamadığım yerler dikendi, geçtiğim yollar dikendi, oturduğum yerler dikendi ve ben bu dikenlerin hiçbirini almadım o hikayeye. Beni en iyi tanıyan insan tarafından bir hediye olarak gönderildi bu hikaye. Hikayenin sonundaysa ben uyandım.

İstemediğim her şey yerli yerinde duruyordu. Kurtulamamıştım onlardan ve aşık olduğum adam da ortalarda yoktu. O an, kaçamadığınız hayatınızla yüzleşmek zorunda kaldığınız o an sizi daha köyü bir ruh haline sokuyormuş. Hayale dalmadan önce bunu görememiştim. Kendi yazdığım hikayenin sonunu fark edememiştim. İnsanın kendini tatmin etmeye çalışırken yaptıkları ona zarar verebiliyormuş yani. Gülümsemek için yaratılan bir yüz, ona asla ulaşamayacağınızı hissettiğinizde gülümsemeyi söküp atıyormuş yerinden. Gerçeklerle karşı karşıya kalmak boğulmaya benziyormuş. Her ne kadar suyun kaldırma kuvveti olsa da yaptığınız yanlış hareket sizi dibe çekebiliyormuş.

Hayal kurmak zararlı olabiliyor yani. Ben ki aşık olma eylemine giremeyecek kadar bencil bir insanken Erosun kendisine ok atmasına sebep oldum. Ben kurduğum dünyadaki adama aşık oldum. Ben kendime aşık oldum. Şimdi, hayatımdaki hiçbir şey beni mutlu edemezken, gerçekliği acı dolu anlarında yaşamaya çalışıyorum. Bir daha o hikayenin, kurmaca evrenin içine girip çıkarsam çok daha kötü bir ruh hali bekleyecek beni biliyorum.

8 Temmuz 2018 Pazar

Teşhis Konuldu...



Hayatta belirli standartlarınız olsun. Asla taviz vermeyeceğiniz standartlar, mesela sizi mutlu eden şeyleri yapmak gibi. Onlardan vazgeçmeyin, kaçırmayın hayatınızdan onları. Karşınızda, bunun ne kadar kötü bir durum yarattığını bilen birisi olarak konuşuyorum. Beni mutlu eden şeyleri yapmak yerine yatakta boş boş yatarak durumundan hayıflanmayı seçmiş biri olarak buradayım, yolun sonu karanlık, gidildi ve geri dönülmekte çok zorlanıldı.

Harekete geçmek, yapılması en rahatsız edici iş olabilir. Onun yerine daha rahat daha az enerji isteyen birçok eylem var çünkü. Değişim için çabalama cesaretini toplamak da insan vücudunda adrenalini hoplatan, en hareket istemeyen hareketi olabilir. Oturduğun yerden değişmesi gereken şeyleri düşünmek bile seni boğabiliyor bazen. O yüzden yatmak benim için tercih listesinin başında yer alıyordu, yatıp tavanı izlemek… Daha yeni yeni fark ediyorum ki bu durum beni kesin bir ‘ağır aptallık’ teşhisiyle ölüme yaklaştırdı. Bir insan kendi hayatı için çabalamaktan neden vazgeçer ki? Bundan büyük aptallık olabilir mi? Olamazmış ki kalkıp yatağımdan ve yazmaya çalışıyorum, hatta bunun için kendimi zorluyorum. Yazmaya çalışmamak öyle yapışmış ki ellerime, o bantlardan kurtulmak kolay olmuyor.

İlk başlarda en güzel denemeleri ben ortaya çıkarmak istedim, en güzel şiirler benim olsun, yeni bir akım yaratayım, adım duyulsun, konuşulayım isterdim. Başka büyük aptallıklardan biri ve büyük bir egonun göstergesi de işte bu düşünceler. Bu amaçla yazmaya başlamışken, ortaya çıkan şeylerin yeterince mükemmel olmadığını görmek beni kağıt ve kalemden uzaklaştırdı. İstediğim şeyin ortaya çıkmadığını görmek hayal kırıklığını babasını yarattı.

Sonra sonra dedim ki kendime, okuduğun onca kitap, öğrenmeye çalıştığın onca insan nerene kaçtı da böyle düşünme cüretini gösterdin? Yazmanın, sadece düşüncelerini belirli kelimelerle ortaya çıkartabilmeye çalışmanın her şeyden güzel ve üstün olduğunu görmen için kafana neyle vurulması gerekiyordu? Neyle vurulduğunu söyleyeyim ya da neye vurulduğunu: Yatakta sağdan sola dönerken ayarlanamamış açıyla duvara vuruldu kafa.

Bu vuruş sırasında bazı açıkta kalan yerlere doğru parçalar yerleşmiş olacak ki ben, şu an burada, yaptığım yanlışı açık yüreklilikle anlatabiliyorum. Öncelikle kendime itiraf ediyorum sonra herkese.

Mükemmel hikayeyi yazmak değil mühim olan, beni mutlu ettiği için yazmak. Kimseye değil, kendine çalışmak. Kurmaya çalıştığım dünyanın asıl parçası gibi görünmese de hayallerimden ondan vazgeçmemek. Zor olanı başarmak, harekete geçmek. Korkmadan ama zarar da vermeden konuşmak. Önemli olan şeyler bunlar ve bunlar oldukça da mükemmel hikaye yaşadığım hayatın ta kendisi olacak. Ortaya çıkardığım cümleler de bu mükemmelliğin parçası olacak.

29 Haziran 2018 Cuma

Eğer...


Ayağının biri kenarında oturduğu nehrin içinde. Sırtını doğanın zamanla üst üste biriktirdiği taşlara yaslamış. Saçları esen rüzgârla arkaya doğru savruluyor. Kucağında kitabı var ama aklı kitapta değil. Gözleri, yorgun bir bakışla zihninin nereye kaybolduğunu arıyor. Zihnini çalan hırsızın onu nereye gömdüğünü merak ediyor. Bu kaçıncı kayboluştu, bilmiyor. Bu kaçıncı kendi unutuş, bu kaçıncı aşık oluş?

Üstünde hareket eden bulutların gölgesi vurdukça yüzüne, kalbi de vuruyordu ellerinin içine. Kalbi artık atmak istemiyordu. Karşılık bulamadığı atışların sonunun gelmesini istiyordu. Bu eller alsın onu ve boğsun istiyordu önünde uzanan sularda. Ateşini dindirecek başka ne vardı ki bu hayatta? Başka ne kurtarabilirdi ki onu kaçmaya çalışmaktan?

Çimenlerin üzerinde olan bacağına çıkan bir böcek uyandırdı onu uykusundan. Kucağındaki kitabı okuduğu sayfa açık kalacak şekilde yere bıraktı. Onu bulduklarında neden gittiğini anlatmak istermiş gibi açık sayfalarda altı çizili bir cümle bırakmıştı arkasından: Sevmek bizi ölmeye bu kadar yaklaştırıyorsa ölmek bizi sevilmenin kollarına atmaz mı?

Ayağa kalktı, bulutlara baktı. Bulutlara bakarak uzandı suyun üstüne. Eğer insan ölecekse böyle güzel bir yerde ölmeli diye düşündü. Eğer insan ölecekse, yerini kendi seçmeli…

26 Haziran 2018 Salı

Kovalamaca


13.06.2018

Kaldı…
Belki de ben gitmesini istediğim için kaldı.
Kendimi ondan kurtarmak istediğim için bana yakın oldu.
Onu unutmak istediğim için zihnime yerleşti.
Ben ne istersem tam tersini yaptı.
Üzülmesin istedim,
Ellerimi tutup ağladı,
Saçlarımı okşasın istedim,
Cüzzamlı bir aşıkmışım gibi kaçtı.
Yaralarını sarmak istedim,
Delikler açtı vücuduna.
Sevsin istedim beni,
Geldi alnımın ortasından vurdu.
Ben ne istersem o tam tersini yaptı.
Şimdi de kurtulmuşken onun sevgisinin yükünden,
Gitmesini isterken tenimin kokusundan,
Kaldı.
Beni bir kez daha vurmak için kaldı…