Tavandaki
çatlak labirentine hapsolmuş gözlerini kurtarmaya çalışıyordu şimdi. Yayları
çıkmış, sidik kokulu, yastıksız bu yatak belki de uzun zamandır yattığı en
rahat yerdi. En azından sessizdi, kemiklerini sızlatan soğuk da yoktu,
saçlarını kavuran sıcak rüzgarlar da. Kokuya da burnu alışmaya başlamıştı az
biraz.
Buraya
nasıl, neden geldi diye düşünmüyordu. Bu soruların cevabını çok iyi biliyordu
çünkü. Öldürmüştü o adamı, her zaman yanında taşıdığı bıçağı doğru yerde
güzelce kullanmıştı. Ailesinin tamamını ve akıl sağlığının yarısını elinden
alan, sokaklarda aç yatarken beyninin bir köşesinde yüzü beliren o adama yardım
edecek kimse yoktu o an. Son acı nefesi, dudaklarından serbest kalana kadar
başında bekleyip gözlerinin içine bakmıştı. Üzülmemişti ama mutlu da
hissetmemişti. Rahatlamış mıydı? Sanmıyordu. Halbuki öyle olacağını düşünmüştü
hep. Sırtındaki acı yüklü çuval kalkacak diye düşünmüştü, olmamıştı.
Neden
olmamıştı bu sorunun cevabını arıyordu tavanda az önce. Onu da bulmuştu şimdi:
Artık yapacak hiçbir şeyi yoktu. Karısı ve iki küçük oğlu yaşarken o da onlar
için yaşıyordu. Kasvetli binadaki sinirlerini bozan işe katlanması onlar
içindi. Gerçi katlanmasaydı, gitmeseydi parası iyi diye o işe belki şimdi
yanında olacaklardı, bilemezdi.
O adam,
boğazını keserek öldürdüğü o adam, işyerinden arkadaşıydı bir zamanlar. Çok da
severdi onu aslında. Neden aile bireylerini boğazları kesilmiş halde yerde
bulduğunu anlayamamıştı uzun süre. Kaçmıştı o adam, yakalayamamıştı polisler.
Kaçınca o adam, yeni amacı onu bulmak olmuştu. Yıllarca süren bir arayıştı ama
bu. Sokaklara düşüren, üstünden yorganını, karnından yemeğini, hayatından
yaşlarını çalan arayış…
Onu
öldürdüğü gün, bir rastlantı sonucu bulmuştu zaten. Kendi sokak evine girmiş
eşyalarını karıştırırken yakalamıştı. Yakasından tutup iyi bir sarsıp yumruk
atmıştı yarı açık gözlerinden birine. Sonra da neden öldürdüğünü sormuştu,
neden elinden almıştı yaşamının mutluluğunu? Ağzından çıkan kısa cümleyle
birlikte gözünden, acıdan mı yoksa pişmanlıktan mı olduğu belli olmayan bir
damla yaş düşmüştü. Kendine istemişti o mutluluğu ve hiçbir zaman sahip olamayacağını
anlamıştı, bir anlık sinir ve nefretti ona bunu yaptıran.
Adamın
bıçağı çıkartıp o adamın boğazına yapışması da bir anlıktı. Karşı koyabilirdi,
savaşa bilirdi o adam ama yapmamıştı. Adamın ellerini ve bıçağın soğuğunu
boğazında hissettiğinde minnettar bir şeklide bakmıştı gözlerine, bir damla yaş
daha düşmüştü o adamın gözlerinden. Buna karşılık adam da başında beklemişti
işte, boğazını kesip yere yatırdıktan sonra o adamın. Polislerin gelmesini
beklerken de bir sigara yakıp şimdi ne olacak diye düşünmeye başlamıştı.
Polisler
gelip götürmüşlerdi onu. Bıçağı soran olmamıştı. Onun yaptığı belliydi, neden
yaptığı belliydi. Sonra da bu küçük odaya atmışlardı onu. Hayatının son amacı
da elinden alınmış bir şekilde tavandaki çatlaklardan yaptığı göz labirentinde
bırakmışlardı onu.
Ayağa
kalktı. İlk önce birkaç tur attı odada,
ışığın içeri giriş noktasına gitti. Bıçağı çıkardı yavaşça, öldükleri
gün karısının ve çocuklarının yanında onlarla yatan bıçağı. Boğazına götürdü.
Acaba o öldükten sonra da başında sigara içen olur muydu? Şimdi son bir sigara
olsa ne güzel olurdu. Elleri boğazından akan kanlarda, yerde hırıldayarak
yatarken, beyninin sağlığı yerinde olan kısmından geçen son düşünce buydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder