Uzun
zamandır paylaşmak için bir şeyler yazmak zor geliyordu, yine… Yani aslında bir
yerlere bir şeyler yazıyorum ama bunları okunsun diye yazmıyorum. Ben bile
okumuyorum hatta yazıp hızlıca kaldırıyorum kağıdı kalemi. Kendimden bile
saklıyorum yazdıklarımı. Durum bir süredir böyleydi. Bir iki gün önce ise, beni
yeniden düşüncelerimi paylaşmaya iten bir kitap okudum. Şimdi kafamdaki
cümleleri toparlayabildiğim kadarıyla bu kitaptan ama öncelikle yazarından
bahsetmek istiyorum size.
*
Kitabımızın
adı Açlık: Knut Hamsun’ı meşhur eden
eser.
Asıl
adı Knud Pedersen olan yazar Norveç’te dünyaya gelmiş. Sekiz yaşında, ailesi
çok sıcak bakmasa da, dayılarından birinin iknasıyla bir papazın yanına eğitime
verilmiş. Oradaki zorluklara dayanamayınca on dört yaşında ailesinin yanına
geri dönüp bir tüccarın yanında çalışmaya başlamış ve tüccarın kızına aşık olmuş.
Hayatın zorluklarıyla küçük yaşta tanışan Knut Hamsun, tüccarın iflas etmesiyle
işsiz kalmış. Zaten işsizlik ve parasızlık yazarın hayatında hiç eksik olmuyor.
Yaşadığı kasabadan ayrılıp farklı işler yapmasına rağmen hiçbir zaman tam
olarak bir zanaat sahibi ya da daha genel olarak konuşacaksak bir iş sahibi
olamıyor.
On sekiz
yaşında şiirler yazmaya başlıyor. Hatta Esrarengiz
Adam adında bir kitap yazıyor ve bu kitap tanıdığı bir kitapçı tarafından
Knut Pedersen Hamsund imzasıyla basılıyor. Sonrasında Bir Karşılaşma isminde ikinci kitabını yazıyor ve bu kitap da
yayımlanıyor. Yayımlanmış eseri olan bir yazar olması onun hayatını düzeltmek
için yeterli olmuyor tabi ki. Tahrirat katipliği yaparken her anında kitap
okumaya başlıyor ve bu yüzden gözlerini bozuyor. Yine bu yıllarda Björger adında uzun hikaye yazıyor ve
hikayede tüccarın kızına olan aşkını dile getiriyor. Yazar olmaya karar
verdiğini anladığında bir tüccardan aldığı yardım sonrasında köy hikayeleri ve
şiirler yazmaya başlıyor, adını da Knut Pedersen olarak değiştiriyor. Hikayeleri
ve şiirleri tamamlanınca yayımlatma amacıyla Kopenhag’a gidiyor ama oradan hayelleri yıkılmış ve parasız olarak şimdiki adıyla Oslo, o zamanki adıyla Kristiania’ya
geri dönüyor. Parasızlık ve açlıkla mücadele etmek zorunda kalıyor. Yine farklı
işler yaptıktan sonra bir arkadaşının yardımıyla Amerika’ya gidiyor ve burada
hastalanıyor. Öleceğine inanılan Knut Hamsun, Norveç’e geri dönerken mucizevi
bir şekilde iyileşiyor. Kristiania’da bir gazeteyle anlaşıp yazılar yazmaya
başlıyor ama açlık ve parasızlık burada onu yine buluyor. Bunun üzerine tekrar
Amerika’ya gitmek için hazırlıklara başlıyor. Bir süre orada yaşıyor ve
Kristiania’ya dönmek, yazmak için bir gemiye biniyor ama gemi Kristinia’ya
gelince korkusundan inmiyor. Orada yaşadığı açlık onu bu denli etkiliyor
aslında. Gemi Kopenhag’a doğru devam ederken de Açılık romanını yazmaya başlıyor. Sonrasında bu romandan bölümler
bir dergide imzasız olarak yayımlanıyor.
*
Yazarın
hayatından böyle uzunca bahsettim çünkü Açlık
Knut Hamsun’dan çok şey taşıyan bir kitap. Belki de Knut Hamsun bu kadar aç
kalmasaydı, bu kadar düşmeseydi bugün bu kitaptan bahsetmek de mümkün
olmayacaktı.
Kitabın
kahramanı tıpkı yazar gibi Kristiania’da yaşayan bir yazar. Hayatını devam
ettirebilmek için gazetelere yazılar yazıyor, çoğu zaman yazamıyor
aslında. Kahramanın hayatına eşlik
ettiğimiz anlar kış mevsiminde geçiyor. Onun üşümesine, açlığına, çaresizliğine
tanık oluyoruz. Sadece tanık olmakla da kalmıyoruz. Knut Hamsun o kadar
gerçekçi bir şekilde yazmış ki açlık, soğuk ve yorgunluk kitaptan taşıp sizin
üstünüze geliyor. Bu kadar gerçekçi anlatmış demek yeterli değil aslında çünkü
zaten her şey gerçek, o açlığı kendisi
de yaşamış…
Hikaye
boyunca kahramanla birlikte yürüyoruz diyebilirim. Evsiz kaldığı için yürüyor,
aç kaldığı için yürüyor, birilerini bulmak için yürüyor, soğuktan kaçmak için
yürüyor, yürümekten ayakları şişiyor. Bu yürüyüşler sırasında da kafasından
geçen düşünceleri görüyoruz. Üç beş kuruş almak için arkadaşının battaniyesini
rehinciye vermeye gidiyoruz bir bölümde, sonra bunu yaptığımız için kendimizden
utanıyoruz. Açlığın bizi bu kadar düşürmesine kızıyoruz. Sonra hırsızlık
yapıyoruz, karnımızı doyurup kalan parayı yaşlı bir kadına veriyoruz. Parasını çaldığımız
kişilere de gidip yaptığımızı anlatıyoruz. Kahramanla birlikte biz de
dolaşıyoruz sokak sokak.
Kitapta
en çarpıcı alan şey tabii ki kahramanın yaşadığı açlık. Günlerce, yemek yemeden
bayılmaya yakın bir durumda dolaşıyor sokaklarda. Bazen yerde bulduğu talaş
parçalarını atıyor ağzına bazen taş bazen de ceketinin cebini. En zoru da
sanırım bir gece açlıktan kendi parmağını ısırması. O kadar çaresiz ve ne
yapacağını bilemeyecek durumda kalıyor. Bu açlığa her şahit olduğumda, o
cümleleri okurken benim de karımın açlıktan kazındığını hissettim. Onunla birlikte
ben de kıvrandım yatakta. Sanki ben de günlerce yemek yemeden yürümüştüm. Sanırım
bu kitaptan bahsetmeyi istememin en büyük sebebi bana bu kadar geçebilmiş
olması. Ya da belki de yazarın da kahramanın da yaşadıkları onca zorluğa rağmen
hayata yazarak tutunmaya çalışması etkiledi ve ben de yazmak istedim. Kendime ürettiğim
onca bahaneden kurtulup yazmak…
*
Kitabın
sonunda kahramana ne olduğunu söylemek istemedim ama yazarın hayatına
baktığımız da beklenen bir sondu diyebilirim. Umarım bir gün fırsatınız olur ve
bu kitabı okursunuz.