31 Aralık 2017 Pazar

Kumdaki İzler


08.06.2017

Acı, kemiklerimi kemiren termit şimdilerde.
Kumun üstüne dizip
Suya karışmalarını beklediğim acılarım…
Ekmek kırıntıları olmuş peşime hepsi
Bırakmıyorlar yakamı, boğuyorlar beni
Soluğumu tutup koşmaya çalıyorum
Daha ben uzaklaşamadan tutuyorlar eteklerimden,
Her biri başka bir köşemden çekiştirip
Yanlarına alıyorlar beni.
“Biz gidersek sen de bizimle geleceksin
Kilidi kapısı yok bunun, kaçışın yok bizden”
İnsanın acıları konuşur mu?
Konuştular benimle
Yüzüme vura vura kendilerini
Aklımı başıma getirdiler
Biliyorum artık hiç gelmeyecek deniz buralara
Kaybolmayacak onların izleri
Zor yolla da olsa anladım…

28 Aralık 2017 Perşembe

Sensiz Bir İlk Bahar - Agatha Christie


*

Agatha Christie, polisiye kitaplarının dışında, Mary Westmacott ismiyle altı tane duygusal roman yazmış. Bu altı kitaptan biri de Sensiz Bir İlkbahar.

Açıkçası kitabı beğendiğimi söyleyemiyorum. Agatha Christie'nin polisiye kitaplarından birkaç tanesi okumuştum, onlara hiçbir sözüm yok gerçekten güzel kitaplardı. Zaten bunu benim size söylememe gerek bile yoktur çünkü Agatha Christie’nin bu türün kraliçesi olduğunu bilmeyen duymayan kalmamıştır artık. Benim de gerçekten çok sevdiğim bir yazar olduğunu eklemek isterim. Bu yüzden çok büyük beklentiyle aldığım bu kitabı beğenmemiş olmak da beni biraz şaşırttı. Hatta bana hiç duygusal bir roman gibi gözükmemesinin yanından başkahraman olan kadın beni kelimenin tam anlamıyla gıcık etti. Normal hayatta bile gerçekleri görmeyen bu tarz insanlardan olabildiğince kaçmaya çalışırken onlardan birinin hikayesini okuyor olma benim için rahatsız ediciydi. Bu da bu kitaba şimdiye kadar yaptığım en kötü eleştiriyi yapmama sebep oldu diyebilirim.

**

İran'daki kızının yanından dönerken yoğun yağış yüzünden treni gelemeyen ve konuşabileceği, zaman geçirebileceği kimsenin olmadığı bir handa günler geçirmek zorunda kalan, bu mecburiyet sonunda da kendisiyle konuşmaya ve daha da önemlisi düşünmeye başlayan bir kadının iç çalkantısını görüyoruz aslında bu kitapta. Bu iç savaşla birlikte gelen düşünme evresinin sonrasında hayatındaki yanlışları, kendini kandırdığı noktaları fark eden, kendisiyle, kocasıyla ve çocuklarıyla ilgili büyük kararlar alan bu anne her ne kadar değişmiş, akıllanmış olsa da bütün her şey trene binip eve gidene kadar sürüyor.

23 Aralık 2017 Cumartesi

Arcturus'a Yolculuk - David Lindsay


İthaki’nin bilimkurgu klasikleri adı altında unutulmuş, köşede kalmış kitapları tekrar basması beni çok etti. Kapak tasarımları, çevirileri ve diğer bütün ayrıntılarıyla çok güzel oldu bu seri. Arcturus’a Yolculuk, bu seriden okuduğum ilk kitap yanlış hatırlamıyorsam ama yine büyük umutlarla okumaya başladığım kitaplardan birini daha sıkıcı buldum.

David Lindsay’in yarattığı gezegen çok güzeldi ona hiçbir lafım yok. O gezegeni anlatabilmek için yeni renkler üretmesi, karakterlere hikayenin içindeki göreve göre isimler vermesi çok güzeldi. Her şeyden güzeli kitabın barındırdığı düşünceler yaptığı eleştirilerdi bence. Usta bir yazarın elinden çıktığını görebiliyordunuz kitabı okurken. Tüm bu iyi yanlarının yanında fazlaca uzatılmış geldi bana kitap. Çok fazla cümle vardı sanki. Bu da okurken bir süre sonra sıkılmama sebep oldu. Bu sıkıntı da yarattığı hayranlığı alıp götürdü benden.


Yine de okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Size katacağı şeyler muhakkak olacaktır. Ben, diğer bilimkurgu klasikleriyle aradığım tadı bulmaya çalışacağım.

16 Aralık 2017 Cumartesi

Hayali - Hayati Kahraman


Uzun zamandır doğru düzgün bir şeyler yazma fırsatı bulamıyorum. Dersler, gezmeler, sınavlar derken kelimeleri bir araya getirmeyi unutmaya başladığımı fark ettim. Ben de bu yüzden beni hem çok mutlu eden hem de bir yandan sinirlendiren bir olaydan bahsetmek için yazmaya başladım buraya.

Yaz tatilinde yeni yeni ortaya çıkan bir yayınevi bana mesaj attı. Açıkçası bana mesaj atana kadar böyle bir yayınevi olduğunu bilmiyordum. Proje Kitap Serisi adı altında kitap çıkaracaklarından bahsetti, bana da hikaye göndermek isteyip istemediğimi sordu. Büyük ihtimalle instagramda profilime denk gelip blogun linkini gördüklerini düşünüyorum. Gerçi buraya kadar olanlar öyle çok da önemli şeyler değiller. Önemli olan kısım bu yayınevi sayesinde yazdığım iki hikaye ilk defa basılmış oldu. Kitapların kargoları gelince açmadan önce bir süre salonun ortasında paketlere sarıldım resmen. Gerçekten beni çok mutlu eden bir andı. Büyük ihtimalle de hayatımın sonuna kadar unutamayacağım bir an. Bu kitaplar sayesinde de yine hayatımda ilk defa kitap imzaladım canım arkadaşlarım sağ olsunlar.

Şimdi olayın sinir bozucu kısmından bahsetmek istiyorum biraz. Benim heyecanla beklediğim, günlerce kargo gelsin artık diye kapıları gözlediğim bu kitaplarda hikayelerim yanlış başlıklar altında basılmış. Benim yazarken yaptığım kesme işaretleri onların basım düzenine uymamış ama dikkat edilip düzeltilmemiş bile. Bu bende, yaptıkları işe yeterince özen göstermedikleri hissi uyandırdı açıkçası. Sadece benim yazılarımda mı var bu sorun bilmiyorum henüz diğer hikayeleri okuma fırsatı bulamadım ama hiç mi kimsenin gözüne çarpmadı bu. Son okuyucu yeterince dikkatli okumamış anladığım kadarıyla. Ben normal de bile aldığım bir kitapta yazım hatası ya da başka bir şey varsa hemen dikkat edip çiziyorum orayı, benim yazdığım bir hikaye de böyle bir şey olması beni gerçekten üzdü. Bununla birlikte kitaplar kalite olarak da hoşuma gitmedi. Kapağı gerçekten çok güzel yapılmış ona hiç sözüm yok ama dış basımında kaymalar olmuş, sayfalar da samanımsı hissi var.

Biraz bulmuş da bunuyor diyebilirsiniz ama benim çok önemsediğim bir işte böyle şeyler olması beni ciddi anlamda hem üzdü hem de sinirlendirdi. Ben buraya ya da başka bir yere yazarken hiçbir zaman ilerde bir gün kitap çıkartırım düşüncesiyle yazmıyorum. Buna yeterli olduğumu düşünmüyorum çünkü.

Ben bir kitabı okurken her zaman bu kitap bana ne kazandırıyor diye bakarak okurum. Benim için sadece çok iyi kurgu, olay örgüsü yetmez. Okuduğum kitapların bana yeni bir bakış açısı, düşünce katmasını beklerim. O kitabın hayal gücümü zorlamasını, beni farklı yerlere çekmesini isterim. Yazarken de olabildiğince buna özen göstermeye çalışıyorum. Dürüst konuşmak gerekirse önüne gelen herkesin yazar havasına girip kitap çıkarmasını, yayınevlerinin de para kazanma amacıyla bu tür işleri desteklemelerini sevmiyorum. Tabi ki her zaman Kafka, Herman Hesse, Zweig, Albert Camus, Gogol ya da burada adını sayamadığım çok değerli yazarlar okunmuyor. Kafa dağıtmak, ara vermek ya da yoğun olduğum zamanlarda da kitap okumaya devam edebilmek için daha hafif kitaplar okumayı tercih ediyorum ama bunu yaparken bile olabildiğince seçici olmaya çalışıyorum. Ben kendim için bu kadar seçici ve yargılayıcı davranırken de yeterli olduğumu düşünmediğimden hiç kitap çıkarmak gibi bir hevesim olmamıştı yani. O yüzden bu proje belki de benim ilk ve son basılı hikayelerimi barındırıyor olabilir.


Lafı iyice uzattım tabi. Konu da biraz dağılmış galiba ama dertleşmek için yazmak gibisi yok. Bu da bu blogla dertleşmelerimden biri olarak kalsın burada bir yerde okuyanlara.

12 Aralık 2017 Salı

sevdik, öldük…


18.08.2017 

Ben sevdim o öldü
Ben bir daha sevdim o bir daha öldü
Bu böyle ben ölene kadar devam etti
Ne zaman ki ben öldüm
O topraktan yeşerdi
Yeşermek ki ne yeşermek
Herkesin gözü ondaydı
Onun gözleri sadece birisindeydi
Sevdi, birlikte öldüler,
Olaylar hiç bende ki gibi olmadı.
Gömüldüğüm yerden baktım onlara
Halbuki yeşerirken o
Ben gübre olmuştum toprağına
Üstüme bastılar dolaşırken
Ağladım
Sonra gözyaşlarım yağmur oldu bana
Yeşerdim
Herkesin gözü bende değildi belki
Ama zaten birininki yetiyordu
Sevdik, öldük…

9 Aralık 2017 Cumartesi

Zamanın Kısa Tarihi - Stephen Hawking


Yıldız kilo vermek zorunda olduğunu nereden bilecek?

*

Stephen Hawking’i duymayanımız yoktur diye düşünüyorum. Bu kadar önemli ve tanınmış bir bilim insanı kitap yazınca da okumamak olmaz diye gittim aldım kitabı. Zamanın Kısa Tarihi zaten en ünlü kitaplarından biri. Açıkçası ben biraz daha farklı bir kitap bekliyordum ama okuduğum şeyden de kesinlikle memnun kaldı. Ne kadarını anladın diye sorsanız muhakkak çok az bir kısmıdır derim. Stephen Hawking, her ne kadar normal insanların da anlayabileceği şekilde yazmaya çalışsa da anlattı konular gerçekten ağır olduğu için ve sonuçta belki yüzlerce bilim insanının üzerinde çalıştığı bilimsel olgular olduğu için anlaması zor bir kitap. Zaman ayırmanız, üzerinde durmanız ve okumak için çaba sarf etmeniz gerekiyor. Ben her lisede sayısal öğrencisi olmama, anlatılan bazı şeyleri fizik derslerinde görmeme hatta seçmeli astronomi dersi almama rağmen anlamak da zorlandım ilk başta. Acele etmeden ağır çekimde okudum kitabı. Sonucundan da mutluyum. İçinde yaşadığınız evrenle ilgili bilgi sahibi olmak bence sizi de mutlu edecek. Ben özel olarak da kara deliklere ve solucan deliklerine ilgi duyduğum ve onlarla ilgili daha çok şey öğrenmeye çalıştığım için en sevdiğim bölümler onlar olabilir.

Hawking, olayları anlatırken de kronolojik bir sıra izlemiş kitapta. Bu da kafanızda oturtmanızı kolaylaştırıyor anlatılanları. Yeri geldiğinde de ‘bunu şu bölümde söylemiştik’ diye size hatırlatmalar yapıyor ya da üzerinde hala üzerinde çalışılan bir şeyse çalışan kişilerin düşündüklerini, yaptıklarını anlatıyor. Yanlış hatırlamıyorsam, kara delikleri anlattığı bölümde bu konu üzerine başka bir bilim insanıyla girdiği ideadan bahsediyordu. Yani yeri geldi mi esprisini yapmaktan, sizi güldürecek şeyler söylemekten de çekinmiyor.

Eğer uzay, evrenin oluşması gibi konularla ilgiliyseniz ilk bakacağınız kitaplardan biri olmalı bence Zamanın Kısa Tarihi.


Bedava yok, her şey karşılıklı denir. Oysa evren karşılıksızlığın doruğudur.

3 Aralık 2017 Pazar

Beyaz Zambaklar Ülkesinde - Grigory Petrov


Hayattaki aşırı düzensizliğin başlıca nedenlerinden birisi herkesin hayatta iyi bir düzen kurmaya çalışması, fakat hiç kimsenin hayatın kendisini düzene sokmak istememesidir.

*

Kitap Finlandiya’nın nasıl kendini yeniden yaratmaya çalıştığını anlatıyor denebilir. Aydınların, halkın cehaletini kırmak için neler yaptıkları, halk fakirlikten kırılırken nasıl bir mücadele içinde oldukları Rus bir yazarın ağzından aktarılıyor bize. Beni en çok etkileyen şeylerden biri, insanlar aç dolaşırken bile gazete alıp okumaya, her daim kafalarını dinç tutmaya çalışmaları oldu. Okumaya ve okuyanlara çok değer veren bir ülke olması belki de onların en büyük avantajlarından biriydi.

Finlandiya’nın büyük çoğunluğu bataklıklardan oluşuyormuş zamanında. Bu insanları vazgeçirmemiş ama. Halk yılmamış, kayaları kırıp bataklıklara götürmüşler ve yıllar içinde o bataklıkları verimli topraklara çevirmişler.

Halkın aydın, okumuş, görmüş geçirmiş kesimi diğerlerini bilinçlendirmek için elinden gelen her şeyi yapmışlar. Kenara çekilip halkı aşağılayanlar da olmuş ama bunlar azınlıkta kalmışlar. Ülkeyi ilerletmek için her kesimden insan ele ele vermiş yani. Kitabı okuduktan sonra Atatürk’ün neden okul müfredatına koymak istediğini gayet iyi anlayacaksınız.


İçi yakıtla iyice doldurulmuş lamba ‘Ne yapmam gerekiyor?’ diye sormaz.