9 Aralık 2018 Pazar

İzninizle...



Bir yolculuk görünüyor ufukta. Ne kadar ertelemeye çalışsam da benliğimin sürekli gitmeye çalıştığı bir yer var. Ne kadar bahane üretsem de ellerim çekiştiriyor beni artık. Konuşmak istiyorlar, yazmak istiyorlar, haykırmak istiyorlar içinde tuttukları binlerce kelimeyi. Engel olamıyorum onlara. Sanırım artık engel olmaya da çalışmıyorum.

Uzun zamandır sahip olmadığım bir ruh hali baloncuğu var etrafımda. İyi güdülmüş birçok düşünce sonunda filizlendi beynimin tam orta yerinde. Çok okumaya çalıştım, çok konuştum, çok insan tanıdım, çok yere gittim, çoklarla gittim… Yani iyi ya da kötü olan her şeyden çokça yaptım. İyi ile kötü arasındaki o çizginin üzerinde uzun zaman yürüdüm, sonunda tarafımı da seçtim. Olmam gereken yerle ilgili, kendimi ait hissettiğim yerle ilgili kesin sonuçlar aldım deneylerimden. Huzuru, dinginliği, yalnız kalma isteğini böyle edindim.

Ben kimim ki bilmiyorum ama sen okuyorsun diye okuyorum diyen insanlar olduğunu biliyorum, sen gidiyorsun diye geliyorum diyen insanlarla yürüyorum, sen söylediğin için konuşuyorum diyen insanları dinliyorum, seninle sessizce denizi izlemeyi seviyorum diyen insanlarla ıslanıyorum, seninle konuşmak bana iyi geliyor diyen insanlara hikayeler anlatıyorum, sen yazmayı bırakma diye yazıyorum diyen insanların düşüncesiyle yazıyorum. Ve görüyorum ki, bütün o karalar kaplı kişiliklere rağmen ışıklar toplamışım karanlığın içindeki yıldızlardan.

Yani anlayacağınız ben daha bi’ ben oluyorum, daha mutlu günler geçiyorum, fazlalıklarımdan kurtulup ellerimin beni çektiği yere daha hızlı gitmeye çalışıyorum.

Şimdi izninizle, biraz daha yalnız kalmaya ihtiyacım var…

7 Aralık 2018 Cuma

Meyve



23.06.2018
Yalnızlık bahçesinin meyvelerini topluyorum
Bana yıkmışlar görevi
Kaçamıyorum.
Dallar üstüme yıkılıyor,
Ağırlığında eziliyorum.
Tam o sıralarda
Halk açlıktan kırılmaya başlıyor
Dağıtıyorum elimdekileri
Yiyenleri mest ediyor meyveler
Dalıyorlar bahçeye
Bir gözyaşı kaplıyor etrafı
Durdurmaya çalışmıyorum....

27 Ekim 2018 Cumartesi

Yollardan Geçiyorum...



20.06.2018
Yollardan geçiyorum,
Bomboş, ışıkların yanmadığı sokaklardan.
Nereye kaçmış bu insanlar,
Anlamıyorum,
Nereye kaçırmışım
Rüyalarımda dolaşan yüzü
Bulamıyorum.

Yollardan geçiyorum…
Tamir edilmesi zor
Yamru yumru hayallerden
Bastığım taşların arasından
Suçluluk yapışıyor üzerime
Durduramıyorum.

Yollardan geçiyorum.
Çalacak kapı ararken
Sabah oluyor, gökyüzüne bakmayı
Unutuyorum.
Bir kızın saçları örülüyor evlerden birinde,
Bir oğlanın gözleri boyanıyor,
Utanıyorum.

Yollardan geçiyorum,
Vicdanımın sesini uzak tutmak için
Diktiğim duvarlara
Ulaşıyorum.
Dudaklarımın arasında bir kalem
Diktiğim gibi yıkmaya çalışıyorum.

12 Eylül 2018 Çarşamba

Olacak İş Değil



07.06.2018
Kuma batmış bir taş olarak yaşamak,
Sabah vuran güneşle yanması sırtının,
Ve her gecenin soğuğunda yüzünün donması,
Katlanılır şey değil.
Umutla yaşamak katlanılır şey değil.
Bir elin kurtarmasını beklemek sizi
Tutup temizlemesi kumlardan,
Okşaması yüzünüzü
Balığa dönüşebilmeniz için
Atması sizi denize
Beklenilir şey değil.

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Martı Jonathan Livingston - Richard Bach



Cennet bir yer, bir mekan değildir, bir zaman dilimi değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmelliktir.

İçinde bolca martı fotoğrafı olduğu için kısa sürede bitireceğimi düşünüp yoğun bir zamanımda aldım elime Martı Jonathan Livingston'u. Beklediğimden daha güzel olduğunu söylemeliyim. Yazar martılar üzerinden çok güzel toplum ve din eleştirisi yapmış. Martılar üzerinden, örnek bir insan nasıl olmalı bize göstermiş.

Hayatı yaşamış olmak için yaşamıyor Jonathan, uçmak için hem de en iyi şekilde uçmak için, yaptığı işin en iyisini yapmak için yaşıyor. Uçmakla ilgili öğrendiklerini diğerlerine öğretmeye çalışıyor. Önce tanrı ilan ediliyor sonra taşlanıyor. Yine de göklerde süzülmeye devam ediyor.

Başarı öyküsü mü dersiniz siz bu kitaba çocuk hikayesi mi bilmiyorum ama kitabı kapattıktan sonra yüreğinizde bir şeyler kıpırdayacak biliyorum.

Eğer ne yaptığını iyi biliyorsan her zaman başarırsın. Başarmak için ne yaptığını bilmek gerek.

17 Temmuz 2018 Salı

Tanrıyı Oynamak



Daha önce hiç hayallerinizde yarattığınız birine aşık oldunuz mu? Ben oldum. Kendim için istediğim mükemmel insanı yarattım düşlerimde, kafamın içindeki hayatımda, yaşamak istediğim masalsı dünyada… O mükemmellik öyle bir çekti ki beni içine, hayal kurdukça, kafamın içinde yaşadıkça, gerçek ana dönmek git gide zorlaştı. Orası, o insan, aslında hiç tanışmadığım, hiç var olmamış, hiç kanlanmamış biri beni, etrafımdaki herkesten ve her şeyden daha fazla mutlu etmeye başladı.

Karışımdaki kötü olan elementler bir bir ayrılmıştı ondan. Onunlayken yalan yoktu, gözyaşı yoktu, kibir, kapris, aldatma yoktu. Ve tüm bunlar aslında yalanın en büyüğüydü. Gerçek dünyada mükemmel yoktur çünkü. İnsanlar üzülür üzer, yalan söylerler. Hayal kırıklıklarıyla dolu yollardan yürürler çoğu zaman. Kırıkların oluşmasının asıl sebeplerinden biri de kişinin kendisiyken zaten. Bu durumda da hayaline aşık olmak, kendim için yarattığım kırık oldu. Bir hayal hem cennetin kapılarını aralayan anlarınızı hem de cehennemin gerçekliğine sokan anlarınızı oluşturabiliyor işte.

Belki de hikaye yazmaya çalışmanın kafamdaki zararı buydu: En sonunda kendim için de yazmıştım bir tane. İnsan kendi masalını oluştururken dikenler barındırsın ister mi hiç? İstemez tabi. Normalde kaçamadığım insanlar dikendi, ulaşamadığım yerler dikendi, geçtiğim yollar dikendi, oturduğum yerler dikendi ve ben bu dikenlerin hiçbirini almadım o hikayeye. Beni en iyi tanıyan insan tarafından bir hediye olarak gönderildi bu hikaye. Hikayenin sonundaysa ben uyandım.

İstemediğim her şey yerli yerinde duruyordu. Kurtulamamıştım onlardan ve aşık olduğum adam da ortalarda yoktu. O an, kaçamadığınız hayatınızla yüzleşmek zorunda kaldığınız o an sizi daha köyü bir ruh haline sokuyormuş. Hayale dalmadan önce bunu görememiştim. Kendi yazdığım hikayenin sonunu fark edememiştim. İnsanın kendini tatmin etmeye çalışırken yaptıkları ona zarar verebiliyormuş yani. Gülümsemek için yaratılan bir yüz, ona asla ulaşamayacağınızı hissettiğinizde gülümsemeyi söküp atıyormuş yerinden. Gerçeklerle karşı karşıya kalmak boğulmaya benziyormuş. Her ne kadar suyun kaldırma kuvveti olsa da yaptığınız yanlış hareket sizi dibe çekebiliyormuş.

Hayal kurmak zararlı olabiliyor yani. Ben ki aşık olma eylemine giremeyecek kadar bencil bir insanken Erosun kendisine ok atmasına sebep oldum. Ben kurduğum dünyadaki adama aşık oldum. Ben kendime aşık oldum. Şimdi, hayatımdaki hiçbir şey beni mutlu edemezken, gerçekliği acı dolu anlarında yaşamaya çalışıyorum. Bir daha o hikayenin, kurmaca evrenin içine girip çıkarsam çok daha kötü bir ruh hali bekleyecek beni biliyorum.

8 Temmuz 2018 Pazar

Teşhis Konuldu...



Hayatta belirli standartlarınız olsun. Asla taviz vermeyeceğiniz standartlar, mesela sizi mutlu eden şeyleri yapmak gibi. Onlardan vazgeçmeyin, kaçırmayın hayatınızdan onları. Karşınızda, bunun ne kadar kötü bir durum yarattığını bilen birisi olarak konuşuyorum. Beni mutlu eden şeyleri yapmak yerine yatakta boş boş yatarak durumundan hayıflanmayı seçmiş biri olarak buradayım, yolun sonu karanlık, gidildi ve geri dönülmekte çok zorlanıldı.

Harekete geçmek, yapılması en rahatsız edici iş olabilir. Onun yerine daha rahat daha az enerji isteyen birçok eylem var çünkü. Değişim için çabalama cesaretini toplamak da insan vücudunda adrenalini hoplatan, en hareket istemeyen hareketi olabilir. Oturduğun yerden değişmesi gereken şeyleri düşünmek bile seni boğabiliyor bazen. O yüzden yatmak benim için tercih listesinin başında yer alıyordu, yatıp tavanı izlemek… Daha yeni yeni fark ediyorum ki bu durum beni kesin bir ‘ağır aptallık’ teşhisiyle ölüme yaklaştırdı. Bir insan kendi hayatı için çabalamaktan neden vazgeçer ki? Bundan büyük aptallık olabilir mi? Olamazmış ki kalkıp yatağımdan ve yazmaya çalışıyorum, hatta bunun için kendimi zorluyorum. Yazmaya çalışmamak öyle yapışmış ki ellerime, o bantlardan kurtulmak kolay olmuyor.

İlk başlarda en güzel denemeleri ben ortaya çıkarmak istedim, en güzel şiirler benim olsun, yeni bir akım yaratayım, adım duyulsun, konuşulayım isterdim. Başka büyük aptallıklardan biri ve büyük bir egonun göstergesi de işte bu düşünceler. Bu amaçla yazmaya başlamışken, ortaya çıkan şeylerin yeterince mükemmel olmadığını görmek beni kağıt ve kalemden uzaklaştırdı. İstediğim şeyin ortaya çıkmadığını görmek hayal kırıklığını babasını yarattı.

Sonra sonra dedim ki kendime, okuduğun onca kitap, öğrenmeye çalıştığın onca insan nerene kaçtı da böyle düşünme cüretini gösterdin? Yazmanın, sadece düşüncelerini belirli kelimelerle ortaya çıkartabilmeye çalışmanın her şeyden güzel ve üstün olduğunu görmen için kafana neyle vurulması gerekiyordu? Neyle vurulduğunu söyleyeyim ya da neye vurulduğunu: Yatakta sağdan sola dönerken ayarlanamamış açıyla duvara vuruldu kafa.

Bu vuruş sırasında bazı açıkta kalan yerlere doğru parçalar yerleşmiş olacak ki ben, şu an burada, yaptığım yanlışı açık yüreklilikle anlatabiliyorum. Öncelikle kendime itiraf ediyorum sonra herkese.

Mükemmel hikayeyi yazmak değil mühim olan, beni mutlu ettiği için yazmak. Kimseye değil, kendine çalışmak. Kurmaya çalıştığım dünyanın asıl parçası gibi görünmese de hayallerimden ondan vazgeçmemek. Zor olanı başarmak, harekete geçmek. Korkmadan ama zarar da vermeden konuşmak. Önemli olan şeyler bunlar ve bunlar oldukça da mükemmel hikaye yaşadığım hayatın ta kendisi olacak. Ortaya çıkardığım cümleler de bu mükemmelliğin parçası olacak.

29 Haziran 2018 Cuma

Eğer...


Ayağının biri kenarında oturduğu nehrin içinde. Sırtını doğanın zamanla üst üste biriktirdiği taşlara yaslamış. Saçları esen rüzgârla arkaya doğru savruluyor. Kucağında kitabı var ama aklı kitapta değil. Gözleri, yorgun bir bakışla zihninin nereye kaybolduğunu arıyor. Zihnini çalan hırsızın onu nereye gömdüğünü merak ediyor. Bu kaçıncı kayboluştu, bilmiyor. Bu kaçıncı kendi unutuş, bu kaçıncı aşık oluş?

Üstünde hareket eden bulutların gölgesi vurdukça yüzüne, kalbi de vuruyordu ellerinin içine. Kalbi artık atmak istemiyordu. Karşılık bulamadığı atışların sonunun gelmesini istiyordu. Bu eller alsın onu ve boğsun istiyordu önünde uzanan sularda. Ateşini dindirecek başka ne vardı ki bu hayatta? Başka ne kurtarabilirdi ki onu kaçmaya çalışmaktan?

Çimenlerin üzerinde olan bacağına çıkan bir böcek uyandırdı onu uykusundan. Kucağındaki kitabı okuduğu sayfa açık kalacak şekilde yere bıraktı. Onu bulduklarında neden gittiğini anlatmak istermiş gibi açık sayfalarda altı çizili bir cümle bırakmıştı arkasından: Sevmek bizi ölmeye bu kadar yaklaştırıyorsa ölmek bizi sevilmenin kollarına atmaz mı?

Ayağa kalktı, bulutlara baktı. Bulutlara bakarak uzandı suyun üstüne. Eğer insan ölecekse böyle güzel bir yerde ölmeli diye düşündü. Eğer insan ölecekse, yerini kendi seçmeli…

26 Haziran 2018 Salı

Kovalamaca


13.06.2018

Kaldı…
Belki de ben gitmesini istediğim için kaldı.
Kendimi ondan kurtarmak istediğim için bana yakın oldu.
Onu unutmak istediğim için zihnime yerleşti.
Ben ne istersem tam tersini yaptı.
Üzülmesin istedim,
Ellerimi tutup ağladı,
Saçlarımı okşasın istedim,
Cüzzamlı bir aşıkmışım gibi kaçtı.
Yaralarını sarmak istedim,
Delikler açtı vücuduna.
Sevsin istedim beni,
Geldi alnımın ortasından vurdu.
Ben ne istersem o tam tersini yaptı.
Şimdi de kurtulmuşken onun sevgisinin yükünden,
Gitmesini isterken tenimin kokusundan,
Kaldı.
Beni bir kez daha vurmak için kaldı…

22 Haziran 2018 Cuma

Kabuk Adam - Aslı Erdoğan


Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.

Kabuk Adam, okurken çok zorlandığım bir kitap oldu. Bu kötü olmasıyla ya da diliyle alakalı değil de bunun sebebi okurken kendimi içerde çok fazla görmemle alakalıydı bence. Kendi acımı gördüm, kendi kırgınlıklarımı, kendi yaşama mücadelemi okudum gibi bir şeydi yani. Hem mutluydum okurken hem korkmuş hem de hırpalanmış, sonunu fark etmeme rağmen merakla ve ümitle okudum. O yüzden bu kitap benim için çok farklı bir yere sahip olacak. Kafamın içinde sürekli göreceğim onu. Şunu da söylemek isterim öyle herkesin de kolay kolay beğeneceği bir kitap olduğunu da düşünmüyorum. Kolay bir kitap değil çünkü Kabuk Adam.

Oysa, katiller de herkes kadar, belki de herkesten daha duyarlı olabilirler ve babaların kızlarını öldürmeleri de görülmemiş bir şey değildir

20 Haziran 2018 Çarşamba

Doğuş



03.03.2018
Tırnaklarımla derimi soyuyorum bu gece.
Altında yatan küfe, böceğe, pisliğe aldırmadan.
Olan biten her şeyi kaldırıyorum yüzümden.
Siliyorum geçmişin çığlıklarını,
O boş araziden üzerime yapışan çamuru,
Düşüncelerimin yığıldığı defteri…
Siliyorum beni yakan her şeyi!
Ağzı kapatılan küçük kızın üzerinden çekiyorum elleri.
O sessiz kaldıkça derime yazılan cümleleri,
Herkes görsün diye asıyorum camımdan.
Damlayan kan acıma ortak olmayanların üzerine,
Damlayan kan, camımdan dünyaya haykırılan bir sızı
 ...
Bu gece ben derimi soydum,
Bu gece ben derimi astım,
Bu gece ben o eli ağzımdan çektim,
Bu gece ben yeniden doğdum.

6 Nisan 2018 Cuma

Bol Üç Noktalı



06.04.2018

Sonsuz bir döngüye girmiş gibi hissettiniz mi hiç? Her şey yolunda gidiyor, işleriniz yoluna girmiş, mutlusunuz... Sonra birden, nereden çıktığını anlamadığınız şeyler geliyor kafanıza, vücudunuzun her bir hücresine nüfuz etmeye çalışıyorlar. Onlarla birlikte çöküntü evresi geliyor. Enerjiniz sömürülüyor, ayağınız kayıyor, çıktığınız merdivenlerden paldır küldür yuvarlanmaya başlıyorsunuz, umutsuzluk kuyusunun diplerine doğru.

İşte ben bu aralar o yuvarlanma evresindeyim. Arada tutunacak yer bulduğumda kendimi yavaşlatıyorum, birkaç saniyeliğine mutlu oluyorum sonra gücüm tükeniyor kayıyor elim, düşmeye devam ediyorum. Bütün bu düşme olayının dışında, beni çıkmaya çalıştığım merdivenlerden iten ne onu tam göremiyorum ya da o kadar çok sebep var ki birbirinden ayıramadığım için seçemiyorum. Bir de bu düşüş ve durup kalkabilme olayları çok hızlı şekil değiştiriyorlar. İki gün önce mutluluk sıçarken iki gün sonra depresifliğin dibini görebiliyorum ya da dersten çıkmış eve dans ederek giderken uğradığım markette ağlayabiliyorum. Kısacası benim sorunum ne bilemiyorum. Nasıl çözerim onu da bilmiyorum.

Normal değilsin diyorsanız hiç çekinmeyin bir kere daha söyleyin sonuçta hangimiz normaliz ki? Ben en azından sorunu görüp hakkında konuşarak, bir şekilde, kendimce, savaşıyorum. Ben senin sorunlarını neden okuyayım diyorsanız da, kimsenin okuduğunu düşünmüyorum zaten. Sadece karşımda birisinin var olduğunu düşünüp yazmak daha kolay. Bu da deliliğin başka bir boyutu olabilir.

Yazmak güzel eylem sonuç olarak, aklından tonlarca kelimenin büyük çoğunluğunu ortaya dökmek rahatlatıcı... Kafanın içindeki kan basıncını azaltmak için doktorun kafatasını delmesi gibi bir şey. Yani bir anlığına kendi kendinizi muayene ettiğinizi, teşhisi koyup kafanıza delik açtığınızı ve beyninize uzanan o delikle dünyaya tutunmaya çalıştığınızı düşünün; kulağa yeterince eğlenceli gelmedi mi? Değil zaten.

Yazmak kolay değil, çıkan cümleler ellerinizi keserken yine de anlatmaya çalışmak kolay değil. Anlatacak onca şeyiniz varken üç beş satırla yetinmeye çalışmak kolay değil. Üzülmek kolay değil, yuvarlanmak kolay değil,  yuvarlanırken bir yandan da tutunmaya çalıştığınız anlarda yara alan ellerinizi iyileştirmeye çalışmak kolay değil. Yaşamak kolay değil…

Siz yine de benim bugün burada böyle karamsar cümleler kurduğuma bakmayın. Sayfayı kapattığım an yüzümde kocaman sırıtışla yere yatıp tavanı izlemeye başlayabilirim ya da evin içinde dolanan sineğe takılıp kalabilirim. Hiç olmadı buzdolabının kapağını açar, ne almak istediğimi unutur yarım saat raflara bakarım.

En iyisi mi ben üstümdeki tozları silkeleyip merdiven basamaklarına koşayım. Yolum uzun sonuçta.

20 Şubat 2018 Salı

Momo - Michael Ende


Oysa zaman yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti. İnsanlar zamandan tasarruf ettikçe, zaman azalıyordu.

Momo, çocuklar için yazılmış bir kitabın bile diğer insanlara neler katabileceğini gösteren en iyi örneklerden biri. Basit bir dille yazılmış, kolay anlaşılabilir olmasına rağmen içinde barındırdığı düşünceler ve yaptığı eleştiri muazzamdı. Ne yazık ki benim bu kitaptan Pegasus basana kadar haberim olmamıştı.

Kabalcı Yayınevi kapanıp kitabın haklarını Pegasus aldıktan ve kitabı bastıktan sonra herkes etrafta Momo diye sayıklamaya başladı, etrafta bir Momo furyası dönünce de alıp bir bakayım neymiş bu Momo dedim. Ben genelde korkarım çünkü, bir kitabın çok fazla reklamı yapılıyorsa içinin boş olma olasılığı yüksektir. İçim rahat söyleyebilirim ki bu kitap onlardan biri değil. Böyle kitapları okuduktan sonra evi çocuk kitaplarıyla doldurasım geliyor. Anlatmaya çalıştığı şeyler her yaştan insana hitap eden türde. O yüzden okuduğunuza pişman olmayacağınızın garantisini verebileceğim kitaplardan. Umarım kitaplığınıza katarsınız Momo’yu ve onun yolculuğunu.


Kör biri için gökkuşağının renkleri ve sağır biri için kuş sesleri nasıl boşunaysa, yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur. Ama ne yazık ki düzgün atmasını bildiği halde kör ve sağır olan nice yürekler vardır.

12 Şubat 2018 Pazartesi

yazamıyorum... YAZIYORUM!


Acı çekmenin, üzülmenin bana bir şeyler yazdırdığını düşünürdüm ama şuanda acı çeken mutsuz biri değilim, yazıyorum. Mutlu da sayılamam gerçi. Boşum artık. Bomboşum… Hiçbir şey hissetmiyorum. Hiçbir şeye odaklanamıyorum. Boğazıma takılmış bir kılçık, boğuluyorum. Ne konuşabiliyorum ne susmak istiyorum. Ağlamak istiyorum, ağlıyorum, rahatlayamıyorum. Duygularım kör düğüm olmuş, çözemiyorum. Ve kimse göremiyor beni, kimse dokunmuyor, kimse yardım etmiyor. Çığlıklar atıyorum halbuki, fark edemeyecek kadar uzaktaki insanlara demek ki.


Sanki, sanki tel örmüşüm beynimin etrafına çalışırsa yakacağım canını ya da sırça bir fanusa koymuşum ciğerlerimi nefes alırsa kıracağım ve elimde kızmış bir demirle beklemişim kalbimin başında, atarsa eğer, severse eğer birini ya da severlerse onu, yakacağım. Bu işkenceyi başkası yapsa karşı koyacağım ama ben kendime yapınca ses çıkartmıyor ellerim. Savaşamıyorum kararmış ruhumla, savaşamıyorum pörsümeye başlamış varlığımla. Kaldıramıyorum düştüğü çölden benliğimi, kurtaramıyorum ayaklarımı kumdan. Tüm bunların yerine yakınmakla yetiniyorum bu aralar. Sanki yeterince isyan edersem olduğum şekle, kendiliğinden düzelirmiş gibi. Artık kendimi eski halime döndürmeye çalışmakla uğraşacak enerjim kalmamış gibi. Yeni bir ben yaratmaya da malzeme bulamıyorum…

30 Ocak 2018 Salı

Antabus - Seray Şahiner


İstanbul benim için, evin penceresinden görünen inşaat manzarası demekti.

Okuma tarzımı biraz değiştirmeye ve Çağdaş Türk Edebiyatı ile tanışmaya vermeye karar verdim bu aralar. Antabus da bu yoldaki ilk adımlarımdan biri oldu diyebilirim, iyi de oldu. Yürek burkan bir hikaye anlatmış bize Seray Şahiner, tecavüze uğramış, kendinden yaşça büyük biriyle evlendirilmiş, sevmiş ama bir türlü sevilememiş bir kadının hikayesi, şuan içimizden birinin hikayesi. Kitabın en kötü yanı bu, maalesef bu kadın yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Okuyanı en çok etkileyen tarafı da bu sanırım, yani en azından beni en çok etkileyen tarafı bu.

Farklı bir anlatım tarzına sahipti kitap, birden fazla sonu var olayın, benzetmeler de eşsizdi. Mümkün olsa da herkese okutabilsem bu kitabı. Yüreği taşlaşmaya, gözleri kör olmaya başlamış insanlar okusa böyle şeyler belki çok geç olmadan kurtarabiliriz onları. Böyle yazarlar gördükçe ben umutlarım saklamaya devam ediyorum çünkü biliyorum bir yerlerde hala konuşan, yazan ve toplum için çabalayan insanlar var…


Gaddarın suçu zulmettiğinde araması yüzsüzlük mü kendini bilmezlik mi kolay kolay anlaşılmıyor.

27 Ocak 2018 Cumartesi

Yaşlı Balıkçı ile Deniz - Ernest Hemingway


Ernest Hemingway, hep adını duyduğum ama hiç okumadığım bir yazardı. Yine aslında başka bir kitabıyla tanışmak istediğim bir yazar olmasına rağmen kitapları görünce onlara doğru çekime kapılan biri olmamdan dolayı Yaşlı Balıkçı ile Deniz’i görünce aldım. Almasına aldım ama sanırım büyük beklentilerle başlamış olmam biraz hüsrana uğramam sebep oldu. Kitabı beğenmedim de diyemiyorum aslında ve bu hüsranın başka sebepleri olabileceğini de düşünüyorum. Mesela kitap, çocuk kitabı klasiği olarak basılmış bu yüzden belki dilinde bir yumuşatma ya da bazı yerlerinde kırpma olabilir. Bir de eski bir basım olması var. Şuan daha iyi çevirisi yapılan bir kitap da olabilir. Yani ‘Bu kitap kötü’ demeden önce bakılması gereken birçok etken olduğu kanısındayım. Yakın bir zamanda alır mıyım bilmiyorum ama başka yayınevinden çıkmış bir basımı alıp okumak istiyorum açıkçası. Bunun nedenlerinden biri de internette kitaba baktığımda alında Yaşlı Adam ve Deniz diye çevrildiğini gördüm. Yayınevinin kitap seçiminde önemli bir yeri olduğunu tekrar gösteriyor bu kitap bana.

11 Ocak 2018 Perşembe

Uçan Tabut - Pınar Eğilmez



İntikam, bugünkü sen dünkü kendine yemek ısmarlamaya çalışırken, yarınki senin 'dün yediğimi bile hatırlamıyorum' deme ihtimali gibi bir şeydir.
*
Her gördüğümde gülümseme sebep olan bir kitap Uçan Tabut. Bu gülümseme, kitabın çok mutlu, komik şeyler anlatmasından değil ama. Bu gülümseme, acının, öfkenin, gözyaşlarının, ölümün çok güzel anlatılmasından gelen bir gülümseme. Kitap bittikten sonra etkisinden kurtulmak kolay olmuyor uyarmalı sizi.

**
Bir arkadaşımın elinde görmüştüm kitabı, hazır Tüyap yaklaşıyor oradan alırım demiştim. Sonra fark ettim ki benim gideceğim gün Pınar Eğilmez'inde imza günü varmış, kitabı imzalatmadan olmazdı tabi. Yazarın ilk kitabı ama kesinlikle sonuncusu olmamalı. Artık böyle nadide, özenle yazılmış kitaplar bulmak gerçekten zorlaşıyor. Bazı çok popüler yayınevleri, çok para getireceğini bildikleri kitapların reklamlarıyla doldururken etrafı, kendi halinde ama gerçek edebi eser olan bu tarz kitaplarda arada kaybolup görünürlülüğünü yitirebiliyor. O yüzden üzülüyorum aslında: İnsanlar neden okudukları kitaplarla ilgili daha seçici davranmaya çalışmıyor? Sonra da diyorum ki sana ne bundan, kim ne okuyorsa okusun.

***

Kitabın konusuyla ilgili çok bir şey söyleme istemiyorum aslında ama kitapta sizi etkileyen birçok öğe olacağını söyleyebilirim. Başta sanki bir aşk hikayesi anlatacakmış gibi başlayabilir ama kesinlikle öyle devam etmediğini de söylemeliyim. Karakterlerden muhakkak kendinize benzetecekleriniz olacaktır ki kitabın çok geniş bir karakter yelpazesi var. Bu kitabı karmaşık yapmaz mı diye düşünebilirsiniz ama hayır yapmamış, insanların biriyle bağlantısı çok güzel açıklanmış. Öyle çok kalın bir kitap da değil, keşke olsaymış değdim zamanlar da oluyor, yazarın dilinden sıkılmıyorsunuz, ama tam yerinde bitirmiş yazar da diyorum.

Ben bu kitabı bu kadar överken umarım okuyan başkalarını hayal kırıklığına uğratmaz Uçan Tabut.


Rüyadan uyanmak marifet değil. Elbet hepimiz bir gün uyanacağız. Aslolan 'rüyayı bilmek'.

6 Ocak 2018 Cumartesi

Deliriyor muyum?


Beynimin içinde dolaşan canavarlara bağırıyorum. “Rahat bırakın beni!” Duymuyormuş gibi davranıyorlar ama biliyorum duyuyorlar. Çünkü ben ne zaman onlara seslensem, yardım çığlıkları atsam onlar daha çok canımı yakmaya başlıyorlar. Susmaları, durmaları lazım, durdurmam lazım. Birileri gözüme bakıp görecek diye onları, korkuyorum. Perdeleri çekmeye, saklamaya çalışıyorum onları içeride. Eğlencelerini duymasınlar diye başkaları, seslerini bastırmak için ben de gülüyorum insanların yüzüne. Beynimi kemiriyor canavarlar ben gülüyorum, canımı yakıyorlar ben gülüyorum. Merak ediyorum bazen gerçekten olup olmadıklarını. Her şey benim kurduğum bir dram mı yoksa?  Ben deliriyor muyum? Emin olamıyorum ama bu sızının, oyunun, beynimin içindeki gürültünün dinmesi gerekiyor artık. Bundan eminim…

4 Ocak 2018 Perşembe

Otostopçunun Galaksi Rehberi - Douglas Adams



İnsanlar nede doğar? Neden ölürler? Neden bu ikisi arasında geçen zamanın büyük bir bölümünü dijital kol saatleri takarak geçirmek isterler?

*

Ben Otostopçunun Galaksi Rehberi'nin daha önce filmini izlemiştim ama ne anlatıyor, ne anlatmak istiyor, filmde neler oluyor anlamamıştım. Kafamda hep bir soru işareti vardı ne bu şimdi diye. Filmi izlerken aslında bir kitap olduğunu da bilmiyordum. Kitabın yayınevinin değişmesi ve birçok kişi tarafından konuşulmaya başlanması beni de kitabı okumaya itti. Buna rağmen kitabı almak konusunda bir eyleme geçemiyordum. Ben de bu yüzden bir arkadaşıma aldırıp sonra ona okutup o beğendikten sonra da okumak için ondan aldım.

**

Arthur Dent, bir sabah uyandığında kapısının önünde bir sürü iş makinesi bulur. Kestirme bir yol yapmak için onun evini yıkmaya gelmişlerdir. Ama Arthur’un o gün yaşayacağı en şaşırtıcı ve üzücü olay bu değildir. Gökyüzü, süper otoyol yapmak için Dünya’yı yok etmeye gelen uzaylı gemileriyle doludur ve Arthur, uzaylı olan en yakın arkadaşı sayesinde otostop çekerek bu uzay gemilerinden birine girer. Ne yazık ki Dünya yok edilir, Arthur’sa hiç bilmediği uzayda havlusu ve sabahlıklarıyla imkansızlıkların mümküne dönüşmesiyle yolculuk yapmaya başlar.

***

Kitabı çok sevdiğimi üstüne basa basa belirtmeliyim. Noktasına virgülüne kadar her yeri çok güzeldi. Özellikle en sevdiğim kısımsa hikaye başlamadan önce geçen yazarın önsözündeki gezegenden nasıl ayrılabilirsiniz kısmıydı. Ayrıca kitabı okurken filmden bazı karelerin gözümde canlanıyor olması da beni daha çok bağladı kitaba galiba. Şuan iyi ki de okumuşum diyorum.

Bunu ve serinin diğer kitaplarını en kısa zamanda kitaplığıma eklemek için sabırsızlanıyorum. Sizi de benim kadar mutlu etmesi dileğiyle, iyi okumalar.


İşin içinde periler olduğuna inanmadan da bir bahçenin güzel olduğunu göremez miydi insan?