Odadaki ölüm sessizliğini bozan tek şey saatin tik
taklarıydı. O tik taklar olmasa zamanda belli bir noktada takılı kaldığını
düşünecekti. O tik taklardı yaşadığının belirtisi, hayatın onunla ya da onsuz
devam ettiğinin göstergesi... Aldığı nefes yalancıydı. Bu inip çıkan göğsü,
açılıp kapanan gözkapakları, teninde hissettiği ıslaklık, hepsi birer
yalancıydı. Doğruyu söyleyen başucundaki o büyük saatti, ölmediğinin tek
belirtisi duyduğu tik taklardı. Zaman ilerlemeye devam ediyordu ve o bunun
farkındaydı.
Bir ıslaklık vardı her tik takda. Genzi yakan bir ıslaklık,
denizde boğmak için dibe çeken bir ıslaklık. Her tikde bir anı tutuyordu
paçasından ve her takda başka bir anı yapışıyordu ellerine. Ne zaman beline bu kaya bağlanmıştı, ne zaman
yakıp yıkmışlardı onu, ne zaman vazgeçmişti yüzeye çıkmaya çalışmaktan? Hangi
tik takda nefesini tutmayı bırakıp su yutar hale gelmişti. Etrafına,
tanımlayamadığı yüzler doluşurken, boğazına yapışırken bu insanlar, neredeydi
acaba o? Şimdi onu dibin karanlığına çeken anılarda bulamıyordu bu sorularının
cevabını. Zaman geçiyordu ve her anıyla biraz daha yabancılaşıyordu.
Camlar, kapılar kapalıydı. Dışarıdaki olaylardan yalıtılmayı
başarmış bir odaydı sanki burası, onun zihninde. Sanki toprağa yeni konulmuş
bir tabutun içindeydi de, birileri, öldüğüne gerçekten üzülmemiş birileri, onu
tam olarak anlamamış tam anlamıyla hissetmemiş birileri, kazma küreği kenara
bırakmış tabutun üzerine avuç avuç ıslak topraktan fırlatıyordu. Tabuta çarpan
ıslak toprağın gürültüsüydü işte kulaklarındaki o tik taklar. Kalbinin atışını
hala duyabiliyorken beyni, üzerine atılan sevgisizlik ve umursamazlıktı o tik
taklar. Gittikçe ağırlaşıyordu üstündeki birikinti, gittikçe acı veriyordu
yaşamı. Zaman ilerliyordu ve o her tik takda biraz daha ölüyor, biraz daha
gömülüyordu.
Uzun süredir yatmakta olduğu koltukta doğruldu. Ne soruların sonu vardı ne de toprak biterdi. Burada yatmakla olmazdı. Damarlarında akan kanın, beyninin doğru noktasına ulaşması lazımdı. Çıkması lazımdı o insanların bir bir gözlerinden. Saçlarının dibindeki tuzları yıkaması, tenindeki toprağı silkelemesi, yeniden yaşaması lazımdı. Kalktı koltuktan, önce bütün camları sonuna kadar açtı. Sonra da kapıyı açtı. Çıktı gitti o odadan, uzaklaştı saatten ve onun sesinden. Saat olmayan, tik taklarla bozulmayan bir yerlere gitmeliydi. Havalandırmalıydı mezarını, havalandırmalıydı ruhunu. Zaman geçiyordu ve o artık tik takları duymuyordu.