Ama kötülüğün sebebini bulmaya çalışarak tırnaklarını kemirmeleri,
kahkahadan kırılmama yol açıyor kardeşlerim. İyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse niye tersini merak ediyorlar ki?
*
Okuduğum
en güzel distopyalardan biri oldu Otomatik Portakal. Kitabın insanı rahatsız
etme tarzı, hikayenin geçtiği zamanın pisliğini üzerinize yapıştırma şekli
mükemmeldi. Hem rahatsız olup hem de okumaya devam etmeyi istemek beni zora
soktu diyebilirim. Kahramanlar iyi kurgulanmış ve yerlerine tam oturmuşlardı.
Kötü olması gereken herkes gerçekten kötü, ölüm sahneleri kanlı ve vahşiydi.
Bir çocuk nasıl böyle bir insan olabilir sorusunu okurken bol bol soracaksınız.
**
15
yaşında bir çocuk düşünün; üç arkadaşıyla birlikte gece ortalarda dolanıp
insanları dövmekten zevk alan, onların paralarını çalan, uyuşturucu kullanan,
diğer çetelerle kavga edip onları öldürmekten hiç çekinmeyen bir çocuk. İşte bu
kişi kitabın başkahramanı Alex.
Alex,
yaşına rağmen hayli kötü, vurdumduymaz, acımasız ama bir o kadar da zeki bir
çocuk. Yanında yine birbirinden vahşi üç arkadaşıyla, onların tabiriyle
eğlenmeye çıktıkları bir gece başlıyor kitap. İlk önce yaşlı bir bilim insanını
döverek başlıyor geceye, sonra içiyorlar, uyuşturucu kullanıyorlar, soygun
yapıp ceplerini dolduruyorlar. Ezeli düşmanlarıyla karşılaşıp, çeteden bir
kaçını öldürüyorlar, araba çalıp küçük bir evde kendi halinde yaşayan karı
kocaya saldırıyorlar. Saldırdıkları bu adam Otomatik
Portakal isimli bir kitap yazıyor. Bu kitabın sayfalarının masanın üstünde
gören Alex onları parçalıyor, alay ediyor. Adamın karısına tecavüz ediyorlar ve
o insanları çok kötü bir durumda bırakıyorlar.
Her
ne kadar gece Alex’in istediği gibi başlasa da sonuna doğru arkadaşlarıyla
yaşadığı ufak bir sorun olayları bambaşka yerlere götürmeye yetiyor. Ertesi gün
yine dışarı da eğlenirken işler ters gidiyor, arkadaşları onu bırakıp kaçıyor
ve Alex hapse giriyor.
Buraya
kadar olan kısım aslında hikayenin sadece oluşma aşaması diyebilirim. Alex’in
hayatını asıl değiştiren olaylar o hapse girdikten sonra, hatta hapisten çıkmak
için kabul ettiği şeyle başlıyor. Bu olayları çok anlatmayacağım çünkü asıl okumanız
gereken, sizi oturduğunuz yerde omuzlarınızdan tutup sarsacak kısımlar bu
olaylar, Alex’ e yaptıkları şeyler.
İyilik seçilen bir şeydir. İnsan
seçemediğinde insanlıktan çıkar.
***
Anthony Burges
insanlık için çok kara bir gelecek hazırlamış bu kitapla. Müthiş bir hayal
gücünün ürününü okuyacağınıza garanti verebilirim. Sadece anlatılmak istenen
şey değil, anlatılış şekli de takdire şayan. Burges, karakterleri, yerleri,
olayları, pisiliği ve vahşeti en ince ayrıntısına kadar tasvir etmiş. Hikayenin
geçtiği zamanda konuşulan dili de Alex’ in anlatımıyla bize göstermiş.
Kitap aynı zamanda filme de dönüştürülmüş ama uyarlamayı
beğenmediğimi söylemeliyim. Başka bir isimle, kitapla alakası olmadan gösterime
sunulsa belki kabul edilebilir bir film olabilir ama kitaptan uyarlandığı
söylendiği halde bu kadar alakasız ve iyi anlatılamamış bir film yapmaları hiç
hoşuma gitmedi. Malcolm McDowell’ ın oyunculuğuna lafım yok, Alex’i yansıtma
şekli güzeldi. Filmin kalan kısmıysa hayal kırıklığıydı. Yine de kitabı
okuduktan sonra göz atmak sizin için farklı olabilir. Kitabı okumadıysanız ilk
önce filmi izlememenizi tavsiye ederim, kitabı yanlış tanımanıza sebep
olabilir.
Ben kitaba hayran kaldım diyebilirim, okuyup da beğenmeyen
insanların sayısı da çok azdır bence.
Tanrı ne ister? Tanrı iyilik mi
ister yoksa iyi olma seçeneğini mi? Kötülüğü seçen bir insan, kendisine iyilik
dayatılmış bir insandan bazı açılardan daha üstün olabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder