10 Ağustos 2017 Perşembe

Huzursuzluk - Zülfü Livaneli



Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğim o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemisi derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’ nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca kendini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.


*

Ben sadece kendimi tedavi edebilmek için yazıyorum, insan denilen yaratıkların arasında yaşama gücünü tekrar bulabilmek için.

Livaneli’ nin bu kitabını Yeni Dalga Dergisi’ nde görmüştüm ilk kez. Hakkında kısa inceleme-öneri tarzında yazı yazılmıştı ve şöyle bir cümle geçiyordu: Eğer hiç Livaneli okumadıysanız bu kitap iyi bir başlangıç noktası olabilir. Şuan kitabı okuduktan sonra bu yoruma kesinlikle katıldığımı belirtmek isterim. Huzursuzluk Livaneli’ nin okuduğum ilk kitabı oldu ama kesinlikle sonuncusu olmayacak. Dili, ifadeleri, hikâyesi, konunun işleniş tarzı, yani her yönüyle mükemmel denebilecek bir eser kesinlikle. O kadar çok altını çizdiğim yer, tekrar tekrar okuduğum cümle oldu ki. Bir yandan bitmesin diye yavaş yavaş sindire sindire okudum, bir yandan da acaba bulabildi mi, konuşabildi mi Meleknaz’ la diye merakla sayfaları çevirdim. Ayrıca kitabın dışı da çok hoş söylemeden geçemeyeceğim.

**

…kaldırıldığı hastanenin acil servisinde can verirken ağzından zar zor dökülen son cümle, “Ben bir insandım” olmuş.

Hareseyi anlatan paragrafa ayrılmış sayfayla karşılıyor sizi kitap. Bu paragraf asıl öykünün içinde geçiyor ve arka kapak tanıtımında da bir kısmı kullanılmış. Sonraki sayfayla da Hüseyin’ in öyküsüne giriyoruz, kitabın büyük kısmını oluşturan bölüm bu.

Hikaye de önemli üç kahraman var: Hüseyin, Meleknaz ve İbrahim. Kurgu Hüseyin üzerinden kuruluyor, bağlamalar, çözümlemeler her şey onun üzerinden gerçekleşiyor gibi ama tüm bunlar olurken Hüseyin ölü. Hikayeyi anlatan ve olayı inceleyen de Hüseyin’ in çocukluk arkadaşı İbrahim.

İbrahim uzun süre önce okul için Mardin’ den İstanbul’ a gelmiş, eğitim hayatını ve yaşamının kalan kısmını da İstanbul’da geçirmiş, gazeteci olmuş. Hüseyin’ in öldüğü haberini duyunca Mardin’e, ayrıldığından beri ilk defa gider ve hikaye de bu şekilde gelişmeye başlar.

Hikaye, farklı yerlerde gelişmiş bir çok yan hikayenin birleşimi gibi aslında. İbrahim, konuştuğu insanlarla, topladığı yan hikayelerle asıl olayı bir bütün haline getiriyor. Yani ortada bir yapboz var ve bu yapbozun parçalarını bir araya getirerek asıl resmi ortaya çıkarıyor. Bu yan hikayelerden biri ve aynı zamanda Hüseyin’ i Meleknaz’ la tanıştıran olaysa Suriye’ de ki savaş. IŞİD’ den, savaştan, ölümden kaçan insanlardan yalnızca biri Meleknaz. 


Katil olduktan sonra ha haç takmışsın boynuna, ha hilal, ne farkı var birbirinden.

***

Meleknaz: İbrahim’ in de okuyanın da merak ettiği kişi. Meleknaz kim? Hüseyin öldükten sonra ne oldu ona? Güzel sorular bunlar tabi. Cevabını üstü kapalı, size kitabın sonunu söylemeden vermeye çalışırsam: Meleknaz Ezidi inancına sahip, iki gözü de görmeyen bebeği olan mülteci kamplarında yaşayan bir kadın. Hüseyin oradaki insanlara yardım etmek için gittiğinde onu görüyor ve evlenmek istediği için onu kamptan çıkartarak eve getiriyor. Tabi her şey o kadar kolay değil. Hüseyin’ in zaten nişanlı olması bir problem ama basit olan problem. Asıl sorunsa Müslüman inancında Ezidilerle evliliğin yasak olması ki aynı şekilde Ezidi inancında da Müslümanlarla evlenmek yasak. Bununla birlikte Ezidilerin şeytana taptıklarını düşünüyor o bölgedeki insanlar. Sadece o bölgedeki insanlar da değil tabi. Çoğu kişinin onları böyle bildiğini anlatıyor yazar. Aslını da anlatıyor tabi ki. Kitapla ilgili belki de en sevdiğim nokta bu olabilir. Bana hiç bilmediğim bir inançla ilgili birçok şey öğretti. Yüzyıllardır çektikleri çileleri, yaşadıklarını ve inançlarını aktarış tarzı gayet hoştu ve tarafsızdı. İnandıkları şey için, inançlarını bahane eden, işkence etmeyi keyif haline getirmiş vahşiler tarafından öldürülen insanlar, Ezidiler…

Kitapla ilgili size söyleyeceklerim bunlar kısaca. Daha çok söylenecek söz var aslında ama çok ayrıntı verip tadını kaçırmak istemem. Son olarak, Huzursuzluk kesinlikle herkesin okuması, alıp kütüphanesine koyması gereken bir kitap…


Ayrıca, bütün bunlar olurken bu kadar dinin tanrısı ne yapıyordu diye sordum kendime ve cevabı buldum. Tanrı o sırada dinleniyordu çünkü yedinci gündü, altı günde evreni yaratmıştı ve yedinci gün dinlenmeye çekilmişti. Herhalde bu yüzden çığlıkları duyamamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder