Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğim o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemisi derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’ nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca kendini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.
*
Ben sadece kendimi tedavi
edebilmek için yazıyorum, insan denilen yaratıkların arasında yaşama gücünü
tekrar bulabilmek için.
Livaneli’ nin bu kitabını Yeni Dalga Dergisi’ nde görmüştüm
ilk kez. Hakkında kısa inceleme-öneri tarzında yazı yazılmıştı ve şöyle bir
cümle geçiyordu: Eğer hiç Livaneli okumadıysanız bu kitap iyi bir başlangıç
noktası olabilir. Şuan kitabı okuduktan sonra bu yoruma kesinlikle katıldığımı
belirtmek isterim. Huzursuzluk Livaneli’
nin okuduğum ilk kitabı oldu ama kesinlikle sonuncusu olmayacak. Dili,
ifadeleri, hikâyesi, konunun işleniş tarzı, yani her yönüyle mükemmel
denebilecek bir eser kesinlikle. O kadar çok altını çizdiğim yer, tekrar tekrar
okuduğum cümle oldu ki. Bir yandan bitmesin diye yavaş yavaş sindire sindire
okudum, bir yandan da acaba bulabildi mi, konuşabildi mi Meleknaz’ la diye
merakla sayfaları çevirdim. Ayrıca kitabın dışı da çok hoş söylemeden
geçemeyeceğim.
**
…kaldırıldığı hastanenin acil
servisinde can verirken ağzından zar zor dökülen son cümle, “Ben bir insandım”
olmuş.
Hareseyi anlatan paragrafa ayrılmış sayfayla karşılıyor sizi
kitap. Bu paragraf asıl öykünün içinde geçiyor ve arka kapak tanıtımında da bir
kısmı kullanılmış. Sonraki sayfayla da Hüseyin’ in öyküsüne giriyoruz, kitabın büyük
kısmını oluşturan bölüm bu.
Hikaye de önemli üç kahraman var: Hüseyin, Meleknaz ve
İbrahim. Kurgu Hüseyin üzerinden kuruluyor, bağlamalar, çözümlemeler her şey
onun üzerinden gerçekleşiyor gibi ama tüm bunlar olurken Hüseyin ölü. Hikayeyi anlatan
ve olayı inceleyen de Hüseyin’ in çocukluk arkadaşı İbrahim.
İbrahim uzun süre önce okul için Mardin’ den İstanbul’ a
gelmiş, eğitim hayatını ve yaşamının kalan kısmını da İstanbul’da geçirmiş,
gazeteci olmuş. Hüseyin’ in öldüğü haberini duyunca Mardin’e, ayrıldığından
beri ilk defa gider ve hikaye de bu şekilde gelişmeye başlar.
Hikaye, farklı yerlerde gelişmiş bir çok yan hikayenin
birleşimi gibi aslında. İbrahim, konuştuğu insanlarla, topladığı yan
hikayelerle asıl olayı bir bütün haline getiriyor. Yani ortada bir yapboz var
ve bu yapbozun parçalarını bir araya getirerek asıl resmi ortaya çıkarıyor. Bu yan
hikayelerden biri ve aynı zamanda Hüseyin’ i Meleknaz’ la tanıştıran olaysa Suriye’
de ki savaş. IŞİD’ den, savaştan, ölümden kaçan insanlardan yalnızca biri
Meleknaz.
Katil olduktan sonra ha haç
takmışsın boynuna, ha hilal, ne farkı var birbirinden.
***
Meleknaz: İbrahim’ in
de okuyanın da merak ettiği kişi. Meleknaz kim? Hüseyin öldükten sonra ne oldu
ona? Güzel sorular bunlar tabi. Cevabını üstü kapalı, size kitabın sonunu
söylemeden vermeye çalışırsam: Meleknaz Ezidi inancına sahip, iki gözü de görmeyen
bebeği olan mülteci kamplarında yaşayan bir kadın. Hüseyin oradaki insanlara
yardım etmek için gittiğinde onu görüyor ve evlenmek istediği için onu kamptan
çıkartarak eve getiriyor. Tabi her şey o kadar kolay değil. Hüseyin’ in zaten
nişanlı olması bir problem ama basit olan problem. Asıl sorunsa Müslüman
inancında Ezidilerle evliliğin yasak olması ki aynı şekilde Ezidi inancında da
Müslümanlarla evlenmek yasak. Bununla birlikte Ezidilerin şeytana taptıklarını
düşünüyor o bölgedeki insanlar. Sadece o bölgedeki insanlar da değil tabi. Çoğu
kişinin onları böyle bildiğini anlatıyor yazar. Aslını da anlatıyor tabi ki. Kitapla
ilgili belki de en sevdiğim nokta bu olabilir. Bana hiç bilmediğim bir inançla
ilgili birçok şey öğretti. Yüzyıllardır çektikleri çileleri, yaşadıklarını ve
inançlarını aktarış tarzı gayet hoştu ve tarafsızdı. İnandıkları şey için, inançlarını bahane eden, işkence etmeyi keyif
haline getirmiş vahşiler tarafından öldürülen insanlar, Ezidiler…
Kitapla ilgili size söyleyeceklerim bunlar kısaca. Daha çok
söylenecek söz var aslında ama çok ayrıntı verip tadını kaçırmak istemem. Son olarak,
Huzursuzluk kesinlikle herkesin
okuması, alıp kütüphanesine koyması gereken bir kitap…
Ayrıca, bütün bunlar olurken bu
kadar dinin tanrısı ne yapıyordu diye sordum kendime ve cevabı buldum. Tanrı o
sırada dinleniyordu çünkü yedinci gündü, altı günde evreni yaratmıştı ve
yedinci gün dinlenmeye çekilmişti. Herhalde bu yüzden çığlıkları duyamamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder